Bir aidiyet arayışı
Nehir Tuna imzalı ‘Yurt’ Başka Sinema çatısı altında vizyona girdi. “Bir aidiyet arayışı” tanımlaması yapan Tuna, “Bir yere dahil olmalı mıyım, yoksa olmadan da olabilir mi gibi bir çıkış yolu aradığı bir hikâye gelişti” dedi.
Emrah KOLUKISA
Yıl 1996. Türkiye’nin yine karanlık zamanlardan geçtiği, Susurluk kazasından tutun 28 Şubat’a giden yolda çeşitli vakaların üst üste yaşandığı bir dönem. Siyasal İslam ideolojisinin yükselmeye ve yurt çapında etkili olmaya başladığı bu dönemde Trakya’da bir tarikat yurdunda kalan gençlerin ve özellikle de gündüzleri laik bir eğitim alan, akşamları din eğitiminin verildiği yurda dönen Ahmet’in hikâyesi hiç şüphesiz Türkiye’nin bugünlere nasıl adım adım geldiğinin de bir özeti. İlk uzun metrajlı filmi ‘Yurt’ ile Venedik Film Festivali’nde dünya sahnesine çıkan, 43. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanan genç sinemacı Nehir Tuna kendi hayatından izler taşıyan filminde aslında bir özgürleşme, sevgi arayışı ve büyüme hikâyesi anlatıyor.
Bu hafta Başka Sinema çatısı altında vizyona giren -film yurt dışında daha önce gösterime girdi, Fransa’da 6 haftadır vizyonda örneğin- ‘Yurt’u yönetmen ve senarist Nehir Tuna ile başrol oyuncularından Can Bartu Arslan ile BirGünTV’de konuştuk.
‘Yurt’un senaryosunu yazarken kendi çocukluk deneyimlerinden de yararlandığın izlenimi oluştu bende filmi izlerken. Doğru mu?
Nehir Tuna: Evet, o zamanlar çocuktum ve hikâyeyi de Ahmet karakterinin perspektifinden anlatmak gibi bir derdim vardı. Arka planda işleyen o politik gerilimin Ahmet üzerindeki etkisi ve onu nasıl aslında sıkıştırdığı ve omuzlarına nasıl bir yük yüklediği ile ilgileniyordum. Benim de bir yurt geçmişim var, yurtta kaldım ve kendi hikâyemden yola çıkarak yazdığım bir senaryo bu, yarı otobiyografik diyebilirim. Birinci elden bunu bir çocuk gözüyle deneyimledim ve ona da sadık kalmaya çalıştım. Dolayısıyla ilgim hiçbir zaman oradaki politik gerilime dair bir şey söylemek değil, daha çok Ahmet’teki yansımasını aktarmaktı. Onun o iki inanç ya da iki düşünce sistemi arasındaki savrulması ve onlar arasındaki bir aidiyet arayışı… Bir yere dahil olmalı mıyım, yoksa olmadan da olabilir mi gibi bir çıkış yolu aradığı bir hikâye gelişti.
Venedik’te ve diğer yurt dışı festivallerinde nasıl karşılandı film?
N.T.: Filmin çok yerel kodlar üzerinden ilerlemesine rağmen aslında temelde bir sevgi arayışı ve büyüme hikayesi oluşu herkesin bu konuyu kendi hayatlarına adapte edebilmesini kolaylaştırdı. Yani filmdeki o iki düşünce sisteminin yerine kendi dünyalarındaki unsurları yerine koyabiliyorlar ve kendilerinden çok şey bulabiliyorlar. Geri dönüşler bu yöndeydi hep.
Can Bartu, sen filmde tarikat yurdunda kalan bir genci canlandırıyorsun ve rolüne nasıl hazırlandığını merak ediyorum. Nehir’le herhalde bol bol konuştunuz, değil mi?
Can Bartu Arslan: Nehir abiyle tabii uzun uzun sohbetlerimiz oldu. İnanılmaz uzun bir prova sürecimiz oldu zaten. Kendi aileme, çevreme de danıştım, tabii ki tarikatlarda olan insanlar değil hiçbiri ama arkadaşları oraya gitmiş, orada yetişmiş olan insanlarla biraz bir araya gelmeye çalıştım. Hatta o dönemin şarkılarına da baktım, filmde de çalan ‘Heyecanlıyım’ şarkısı mesela beni yolda tutan şeylerden biri oldu. İnsanların o zamanlarda ruh halleri neye göre şekilleniyordu, biraz böyle şeylerden yola çıktık ama bu süreci anlamamı sağlayan, senaryoyu kavramamı sağlayan en önemli şey Nehir ile birlikte yaptığımız kameralı ya da kamerasız provalardı çünkü o aslında senaryoda yazanları anlamaya yönelik beni çok daha ileri taşıyan bir şey oldu; hem görsel hem ruhsal olarak.
N.T.: Evet, bir de kameralı prova yaptığınızda geriye dönüp bakabiliyorsunuz, yüzündeki mimiklere bile müdahale edebiliyorsunuz. Benim açımdan da bazı diyalogları minimize etmek, daha belki sadeleştirmek, sessizleştirmek, çünkü ne kadar onları elerseniz o kadar zarif bir şeye erişiyorsunuz.
Film siyah beyaz, bu tercihinin sebeplerinden bahsedebilir misin?
N.T.: Çok erken alınmış bir karardı bu, en başından beri böyle olacağını biliyordum. Aslında bunun en büyük sebebi de galiba o döneme ait anılarımın renksizliğiydi. Bir de bu tip kurumlardaki tek tip insan yetiştirme, renklere yer olmaması hali gibi çıkış noktalarımız vardı. Ayrıca o karakterlerin üzerindeki adeta oraya hapsolunma hallerini ve onların o ruh halini daha çok yansıtabilen ve sonradan gelen o özgürlük hissini de değişimle birlikte, renklenmeyle birlikte yani, altını daha da çizebileceğimiz bir imkan tanıyordu.
Söyleşinin tamamını Youtube’da, BirGünTV’de izleyebilirsiniz.