Bir Ankaralı hep Ankaralı

Yasemin Manavbaşı

İli: Ankara
İlçesi: Çankaya
şeklinde bir nüfus kâğıdı sahibiyim. Üniversiteyi bitirene kadar Ankara'da yaşadım.


Şimdi hiç gidesim gelmiyor. Ne yazık.

Ankara’nın bir Nişantaşı gibi Bebek gibi değildir markaları. Elimizde Çankaya, Kızılay ve Yüksel Caddesi var. İsmini duyunca öyle hemen içerik anlaşılmıyor, bir “imajla” çağrışım yapsın biz de isterdik ama olmuyor.


Gidip elinde simit dolaşman gerekir ki hücrelerine işlesin.

Ankara’nın Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında hangi isimler değerliyse onunla adlandırılmış bulvarları vardır. Ve bu geniş geniş yolların sağında solunda muazzam büyük heybetli binaları; koyu gri, açık gri, pembe, bordo.

Hacettepe Tıp Fakültesi

Milli Kütüphane

Sümer Bank Binası

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Opera Binası

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu

Ve Ankara Garı…

Bu binalar insana güven verir.

Adeta köklerini görür hissedersin.

Cumhuriyet ideallerinin vücut bulmuş halleridir sırtını yaslayacağın sıradağlar gibidir.

Keşke bu idealleri bilmek için Ankara’da büyümüş olmak gerekmeseydi.

Çevren bunlarla sarılıyken korkmazsın. Her şey kontrol altındadır, sanki tarihin başlangıcından beri oradadır ve hayat aralarından güvenle akmaktadır.

Doğup büyüdüğün mahallede herkes aşağı yukarı aynı gelir düzeyine sahiptir, ilkokula gidersin, ders çalışıp, sınava girer bir üniversite okursun. Okursun “illa ki bir şey” olursun. Yani önüne mutlaka ki bir yol çizilidir, takip eder okursan kesin bir meslek sahibi olursun.

Bir tek sıkıntısı ilkokuldayken oyun oynaman için bile mahalleden çıkmana pek izin vermezler, bisiklet zaten tehlikeli, altta iki sokak üstte iki sokak yeter işte. Gezip dolanıp akşam ezanı bitmeden eve doğru koşulur. Karanlıkta sokaklar boştur.

Ortaokulda kapağı özel okul ya da Anadolu Lisesi’ne attıysan mahalle civarından sevinçle uzama vakti gelmiştir.

Akşam eve dönerken okul servisinden müsait bir yerde zıplayıp Meclis Parkı’na ya da Yüksel Caddesi’ne serserilik yapmaya gidilir.

Yüksel Caddesi’nin girişinde insan hakları bildirgesini okuyan bir abla heykeli vardır ve etrafında her daim bir takım işçi emekçi hak arayan güruh bulunur. (1990 yılında dikilen Metin Yurdanur’a ait heykel) İşte 14 yaşındaki Ankaralı gencin politikayla tanışma sahnesi de budur.

Neyse efendim, işte böyle...

Ankara güzeldir, yaşayınca. Annen öğretmen, baban doktordur. Sen de ODTÜ’ye Hacettepe’ye gidersin mesela.

Elinden gelenin en iyisini yapmak için uğraşırsın. Uyur uyanırsın, çalışırsın, arkadaşlarla buluşursun, konsere gidersin, Kuğulu Park’ta kokoreç yersin, seversin, evlenirsin, sevilmezsin, boşanırsın, evde tek başına belki depresyona girersin, yalnız başına sinemaya gidersin, iş değiştirirsin, hafta sonu evden çıkmaz televizyon seyredersin.

Bir Ankaralı olarak benim bildiğim Ankara’da yaşanabilecek en kötü şeyler bunlardır, ha belki bir de trafik kazası olur.

Her şey ters de gitse belki dünyaya küsersin ama Ankara’da kimseyi öldürmezsin ve başına geldiyse en kötüsü, o zaman da adaleti beklersin…

Gar Katliamı’nda kaybettiğimiz 109 kişinin anısına…