Uzun yıllar Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği (TKMD) Başkanlığı'nı yürüten Orhan Kiverlioğlu’nun “Adanmış Hayat” başlığıyla hatıratı, Soğuk Savaş Türkiye’sine adeta projektör tutuyor. Komünizmle mücadelede Kiverlioğlu’nun birlikte hareket ettiği generaller, siyasetçiler, Nurcular, sermaye grupları, istihbaratçılar; kısaca içinde yer aldığı sosyal, ekonomik ve siyasal ağlar Soğuk Savaş müesses nizamına dair eşsiz bir kaynak.

Bir antikomünistin hatıratı: Soğuk Savaş Dönemi Türkiye Müesses Nizamı’nın röntgeni

Behlül Özkan - Doç. Dr., Uluslararası İlişkiler

Şerif Mardin’in 1973’de yayınlanan ve Türkiye siyasetini merkez-çevre karşıtlığı üzerinden açıklamaya çalıştığı makalesi, en etkili akademik çalışmalardan biridir. Türkiye siyasetini zenginler-yoksullar, sermayedarlar-emekçiler karşıtlığı ve sınıf mücadelesi üzerinden analiz eden bilimsel yayınların arttığı 1970’lerde Mardin, bu ekolünün karşısında konumlanıyordu. Basitçe anlatmak gerekirse Mardin’e göre Türkiye siyasetinin merkezinde; şehirli laik ve Kemalist elitler ve ordu başta olmak üzere devlet bürokrasisi vardı. Bunların çevresinde yer alan ve muhafazakâr dünya görüşünü benimseyen esnaf, tarikatlar, Anadolu sermayesi ve diğer dindar toplumsal kesimler ise iktidardan dışlanıyordu.

Merkezde bulunan laik ve Kemalist elitler ordu ve yargıyı kullanarak daha fazla demokrasi isteyen dindar ve muhafazakâr kesimler üzerinde baskı kuruyordu. Dolasıyla bir fabrika sahibiyle bir işçi, eğer ikisi de dindar iseler ekonomik ve sosyal durumlarına bakılmaksızın çevrenin bir parçasıydı. Buna karşın Atatürkçü bir ilkokul öğretmeni veya laikliği yaşamsal önemde gören Alevi bir astsubay ekonomik durumlarına bakılmaksızın merkezde yer alıyordu.

Mardin’in tezlerini, kendi siyasi pozisyonlarını savunmak için kullanışlı bulan sağ siyasetçiler ve entelektüeller, 1970’lerin ortasından itibaren merkez-çevre karşıtlığına ciddi rağbet gösterdiler.

bir-antikomunistin-hatirati-soguk-savas-donemi-turkiye-muesses-nizami-nin-rontgeni-515293-1.

Bu karşıtlığın bir diğer sorunlu yanı, laik ve Kemalist elitlerin müesses nizamı oluşturduğu ve 1923’ten bu yana Türkiye devletini kesintisiz yönettiği iddiasıydı. Dolayısıyla sadece sağ siyasetçiler ve düşünürler değil, ciddi sayıda liberal ve sol entelektüel de Türkiye Soğuk Savaş devlet yapılanmasını dikkate almadan, otoriter devlete karşı daha fazla demokrasi mücadelesi yaptığını sandıkları İslamcı parti ve siyasetçileri demokratik değişimin öncüsü olarak değerlendirdiler ve desteklediler.

Antikomünizm ve müesses nizama “adanmış hayat”
Uzun yıllar Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği (TKMD) Başkanlığını yürüten Orhan Kiverlioğlu’nun “Adanmış Hayat” başlığıyla hatıratı, Soğuk Savaş Türkiye’sine adeta projektör tutuyor. Komünizmle mücadelede Kiverlioğlu’nun birlikte hareket ettiği generaller, siyasetçiler, Nurcular, sermaye grupları, istihbaratçılar; kısaca içinde yer aldığı sosyal, ekonomik ve siyasal ağlar Soğuk Savaş müesses nizamına dair eşsiz bir kaynak.

Kiverlioğlu 1960’ların ilk yarısında Anadolu’da bir öğretmen olarak başladığı kariyerinde, yerel gazetelerde çıkan sol karşıtı yazılarıyla sivrilmiş. İdeolojik olarak kendisini Türk-İslam sentezinin neferi olarak gören Kiverlioğlu, öğretmen olarak 23 Nisan 1964’te yaptığı konuşmada kullandığı dini referanslarla amirlerinin gözüne giriyor. Öğretmen olarak Bolvadin’de görev yaparken TKMD şubesini kuruyor ve yolu Nurcularla kesişiyor. Komünizmle mücadelenin önde gelen isimlerinden olan ve Nurcuların avukatlığını yapan Bekir Berk, Kiverlioğlu hakkında açılan Nurculuk davasında onu savunmak için Bolvadin’e geliyor. Aşırı fikirleri nedeniyle valiyle kavga edip öğretmenlikten ihraç edildiğinde de yardımına koşan Nurcular ve sağ siyasetçiler. Ulusal basının önde gelen sağ kalemleri Osman Turan, Osman Yüksel Serdengeçti ve Rauf Tamer komünizmle mücadele eden “milliyetçi” öğretmene sahip çıkıyorlar ve öğretmenliğe geri dönüyor: Tayini tabii ki İstanbul’a yapılıyor.

bir-antikomunistin-hatirati-soguk-savas-donemi-turkiye-muesses-nizami-nin-rontgeni-515294-1.
Kiverlioğlu’nun gerçekte kendisini kime adadığına, bilerek veya bilmeyerek kime hizmet ettiğine dair tek bir özeleştiri yok. Çağlar’ın casusluğuna dair unutamadığı anısıysa, Çağlar’ın büyük kızının Kiverlioğlu’na söyledikleri: “Herkes Amerika’ya uşak olmakta yarışıyorken bir benim babam suçlu ilan ediliyor.” Kiverlioğlu kendini aklamak için ben hep devlet için çalıştım derken, Şerif Mardin ve Mardin’in teorilerini benimseyenler gibi Kemalist ve laik devleti referans almıyor.


Kiverlioğlu çok sayıda yazı kaleme alsa da tam bir aksiyon adamı. İstanbul’da bir yandan öğretmenlik yaparken, diğer yandan da Adalet Partisi’nin (AP) seçim çalışmalarına katılıyor. Gösterdiği performans o kadar etkili ki AP’li bakanlar seçim çalışmalarına Kiverlioğlu’nu davet ediyorlar. Dahası yine bu dönemde hem MTTB’nin İslamcı çizgiye kaymasında, hem de TKMD’nin şiddet eylemlerinde yer alıyor. Bu aksiyoner yönü antikomünist müesses nizamın da dikkatini çekse gerek, “Amca” ile tanışan Kiverlioğlu öğretmenlikten ayrılıyor.

“Amca”
Kiverlioğlu’nun hatıratında yer alan kilit kişi “Amca.” 464 sayfalık kitapta Amca hakkında her türlü bilgiyi veren Kiverlioğlu nedense ismini yazmaktan çekinmiş. Amca diye bahsettiği kişi emekli Albay Turan Çağlar. 1954’de NATO’nun Napoli’deki karargâhında görevliyken doğan çocuğuna Nato ismini koyan Çağlar, askerlikten emekli olduktan sonra 1965’te Odalar Birliği içinde “Özel Sektör Enformasyon Bürosunu” kurar. Amerikan kuruluşlarıyla da yakın ilişkiler geliştiren büro kaynağı belirsiz ciddi miktarda bir paraya sahip (ABD bağlantısına dikkat). Tuncay Özkan’ın MİT üzerine yazdığı kitaba göre Çağlar aynı dönemde, 1966’da MİT ile ilişkiler kurmuş. Özkan’a göre “Çağlar’ın MİT’deki görevi “Görüş Lider”liğidir. ‘Görüş Lideri’ tanımlaması MİT içinde tecrübeleri nedeniyle sık sık bilgisine başvurulan kişiler için kullanılan bir sıfattır. Bu kişiler teşkilat kadrosuna alınmazlar ama organik bağlar sıkı tutulur.” Deneyimli gazeteci Uğur Mumcu da Çağlar’ın “MİT’in eski İstanbul Bölge Başkanı Turan Deniz’in yakın arkadaşı” olduğunu yazmıştır. Turan Deniz 1971 muhtırası sonrasında MİT’ten tasfiye edilen Fuat Doğu gibi yurtdışına, Bonn’a tayin edilir (Aynı dönemde bu ekiple yakın ilişkiler kurmuş CIA için çalışan Ruzi Nazar da Ankara’dan Bonn’a gider. Rastlantı?). Emekli Albay Çağlar aynı zamanda Akbank’ın Sosyal İşler Müdürlüğü’nü yapmaktadır. Kısaca hem istihbarat hem sermaye dünyasıyla yakın ilişkiler kurmuş olan Çağlar, 1970’ten itibaren Orhan Kiverlioğlu’nu da himayesine alır ve TKMD’yi birlikte yeniden yapılandırırlar. 1970’den 1983’e kadar Kiverlioğlu’nun kendi ifadesiyle haftanın beş günü sabah 7 ile 9 arasında görüşürler.

bir-antikomunistin-hatirati-soguk-savas-donemi-turkiye-muesses-nizami-nin-rontgeni-515295-1.

Ordu, siyaset, sermaye ve nurcularla ile yakın ilişkiler
Aynı dönemde Kiverlioğlu, Demirel ile de temas kurar ve onun aracılığıyla Galatasaray Kulübü Başkanı Faruk Süren’in babası ve Türkiye’nin sayılı sermayedarlarından Fuat Süren’in Transtürk Holding’inde genel sekreter yardımcısı olarak çalışmaya başlar. Komünizmle mücadele bir yandan Kiverlioğlu’nun holdinglere transferini sağlarken, diğer yandan istihbarat ve generallerle ilişkiler kurmasının önünü açmaktadır.

TKMD başkanı Kiverlioğlu 1971’den 1988’e kadar Demirel ile 936 “özel ve gizli görüşme” yaptığını belirtir. 1983’e kadar bu görüşmelerin çoğuna emekli Albay Çağlar da eşlik eder. Bu temaslarda ordunun üst kademesine Demirel’in Türkiye’nin meseleleri üzerine düşünceleri, Çağlar’ın yazdığı mektuplar vasıtasıyla aktarılmaktadır. Yani ülkenin başbakanıyla generaller arasında Çağlar üzerinden yakın temas kurulmuştur. 1970’li yıllarda Çağlar’ın himayesinde, Kiverlioğlu ordu ve istihbarat dünyasının tam merkezindedir artık. Ruhsatsız silah bulandırmaktan Bandırma’da tutuklandığında, Tahsin Şahinkaya özel helikopteriyle gelir ve hâkimlere çıkartılması için baskı yapar: “Orhan Kiverlioğlu’nu ilk celsede salıvermezseniz mahkemeyi başınıza yıkarım.” Dahası 12 Eylül’ün kudretli generali Haydar Saltık ile Etimesgut Zırhlı Birlikler Komutanı olduğu Tümgeneralliği’nden itibaren tanışmaktadır. Öyle ki Kiverlioğlu Temmuz 1980’de Saltık Paşa’yı Ankara’da evinde ziyaret eder. Bu sırada yaz nezlesi olduğundan Saltık Paşa’nın eşi Sevgi Hanım limon, nane ve adaçayı kaynatacak kadar kendisine iyi bakar.

Kiverlioğlu’nun ideolojisi apaçık Türk-İslam sentezidir. Transtürk Holding’te kendisi gibi üst düzey görev alan ve laiklik hassasiyeti olan emekli orgeneral Faruk Güventürk, Kiverlioğlu’nun “milliyetçi ve mukaddesatçı” duruşundan rahatsızdır. Muhtemelen Nurcularla yakınlığını bildiği için onu “yobazlarla” dost olmakla suçlar. Kudretli bir paşanın bu ithamlarına rağmen Kiverlioğlu, “amcası” Çağlar’ın da arka çıkmasıyla Güventürk’ü dini ve manevi duyguları desteklememekle suçlar ve sindirmeyi başarır. Kiverlioğlu, komünizmle mücadelede din ve maneviyatın yıldızının parladığının farkındadır.
12 Mart sonrası Nurcu “ağabeyleri” kendisinden Yeni Asya gazetesinde dönemin başbakanı Nihat Erim’i hedef alan bir yazı yayınlamasını isterler. Başbakanı hedef alan yazının yayınlanması sonrasında gazetenin kapatılması ve Kiverlioğlu’nun tutuklanmasını göze alırlar. Ancak devreye 12 Mart generallerinden Faik Türün devreye girer ve Adalet Bakanının ısrarına rağmen Kiverlioğlu ifadeye dahi çağrılmaz.

TKMD’nin faaliyetlerine “amcalık” yapan, Kiverlioğlu’nu sermayeden orduya Türkiye’nin müesses nizamıyla tanıştıran Çağlar, 1983’te ABD hesabına casusluk yapmak suçlamasıyla tutuklanır. Ergenekon davası sırasında MİT’ten alınan fezleke Çağlar’ın 12 yıl CIA hesabına casusluk yaptığını ortaya koymaktaydı. Fezlekeye göre ABD tarafı Çağlar’a şu soruları yöneltmişti: “Orduda sol darbe olur mu? Ecevit daha ne kadar sola kayar? Orduda ihtilal yapacak sol bir grup olup olmadığı, MİT müsteşarı Bahattin Özülker’in solcu olup olmadığı?” Çağlar 1983’te casusluk suçlamasıyla tutuklandıktan hemen sonra hapishanede hayatını kaybeder.

2018’de hayata gözlerini yuman Kiverlioğlu, 1960’lardan bu yana içinde bulunduğu müesses nizam için çalıştı. Kiverlioğlu son yirmi yılda bir yandan Çevik Bir, Sabri Yirmibeşoğlu, Tuncer Kılınç gibi emekli paşalarla temaslarına devam ederken, diğer yandan Muhsin Yazıcıoğlu, Recep Tayyip Erdoğan, İlhan Kesici gibi Türk sağının önde gelen siyasetçileriyle de görüşmeleri oldu.

Kendisini yıllarca himaye eden, müesses nizamla tanıştıran, birlikte TKMD’yi yeniden yapılandırdıkları “amcası” Çağlar’ın ABD için yıllarca casusluk yaptığının ortaya çıkmasına rağmen, hatıratında Kiverlioğlu kendisini hiç sorgulamıyor. “Adanmış Hayat” başlıklı kitapta Kiverlioğlu’nun gerçekte kendisini kime adadığına, bilerek veya bilmeyerek kime hizmet ettiğine dair tek bir özeleştiri yok. Çağlar’ın casusluğuna dair unutamadığı anısıysa, Çağlar’ın büyük kızının Kiverlioğlu’na söyledikleri: “Herkes Amerika’ya uşak olmakta yarışıyorken bir benim babam suçlu ilan ediliyor.” Kiverlioğlu kendini aklamak için ben hep devlet için çalıştım derken, Şerif Mardin ve Mardin’in teorilerini benimseyenler gibi Kemalist ve laik devleti referans almıyor. Bu bağlamda Kiverlioğlu’nun hayatı ve hayatına dair yazdıkları, Türkiye’yi açıklamakta kullanılan merkez-çevre karşıtlığını tekrar sorgulamamıza neden oluyor. Saidi Nursi üzerine akademik çalışmalar yapan ve Nurculuk hareketini çevrenin önde gelen demokratik aktörü gören Mardin, Kiverlioğlu’nun hatıratını okusa görüşleri değişir miydi? Kiverlioğlu’nun eniştesi olan Hava Astsubayı Ahmet Vural’ın “Risale-i Nur mensubu” olarak 1979-82 arasında Washington’da Askeri İdari Ataşe Yardımcısı olduğunu, Tahsin Şahinkaya Paşa ile yakın çalıştığını okusa, hatıratta Nurcuların devletin merkezinde cirit attığını görse Şerif Mardin akademik çalışmalarına dair özeleştiri yapar mıydı? Acaba 15 Temmuz Darbe Girişimi’yle ilgili ne düşünmüştü? Bunları bilemiyoruz.