Aydınlatacaksak biz aydınlatacağız yeryüzünü… Gözlerimizin içine baka baka yalan söylüyorlar…Bir ateş verin ateş böcekleri, tutuşturalım şu şenlik, özgürlük ateşlerini!

Bir ateş ver ateş böceği!

Bu yıl da çok bekledik; ömrümüz beklemekle geçiyor. Bir kurtarıcının, kahramanın gelmesini bekliyoruz en çok. Ufka bakıyoruz, beyaz atlı prensi arıyor gözlerimiz. Olmadı, Godot’yu bekliyoruz. Ya da antik Yunan tiyatrosunda olduğu gibi içinden çıkamadığımız, çözemediğimiz bir açmazı çözmesi için sahnenin sağ tarafından mekanik bir düzenekle yukarıdan indirilecek “deus ex machina”yı, yani makine Tanrı’yı. En çok da Prometeus’u bekliyoruz galiba.Tanrılardan ateşi çalarak yeryüzünü aydınlığa kavuşturan kahramanı. Yine gelsin, bizi karanlıktan aydınlığa çıkarsın istiyoruz. Prometeus’un gelip gelmediğinden emin olmadık hiçbir zaman, şimdi de emin değiliz. Sadece elimizden başka bir şey gelmediği için bekliyoruz. Mitolojik öykülere yüklediğimiz her anlam bizi eylemekten alıkoyuyor.

Soru sormayı düşünüyor musunuz?
Mitolojilerin yalancılığına sığınıyoruz en çok. Başkalarının yalancısı olmak hoşumuza gidiyor, kuşaktan kuşağa aktarılan bu öyküler bu zamana kadar kalıcı olmuşlarsa şayet, bir hikmeti olmalı. Öyle sanıyoruz. Kimsenin aklına evrene, yaşadığı koşullara dair soru sormak, yaşadıklarını sorunsallaştırıp sorgulamak gelmiyor. Zor iş soru sormak. Ne gerek var. Binlerce yıldır anlatılan basma kalıp öyküleri yaralarımıza basarak yaşadığımız acıları dindirmeye çalışıyoruz. Olmuyor, dindiremiyoruz artık! Öylesine derin yaralar açılıyor ki basma kalıp öyküler kanamayı durduramıyor. Canımız çok acıyor.

Soru sormadan, hayatı sorunsallaştırmadan, kendi sorularımızı kendimiz formüle etmeden bu acıdan kurtulmamız mümkün değil. Bu zamana kadar bize verilen çoktan seçmeli soruların zaten çoktan belli olan doğru yanıtlarını işaretlemeyi marifet sandık. İktidarın kurduğu soruların doğru yanıtlarını işaretledikçe sırtımızı okşadılar. Yine öyle yapıyorlar. Yanıtları zaten belli olan sorular koyuyorlar önümüze. Hepsi de yukarıdan ve yanlış sorulmuş soru. Mitolojinin binlerce yıldır sorduğu ve basma kalıp yanıtlar verdiği soruları yine bize yutturmaya çalışıyorlar. Kimsenin aklına bu soruları bir kenara bırakıp aşağıdan, kendi sorularını sormak gelmiyor.

Bir çocuk gibi sormalı
Mitolojiden kurtulmak o denli kolay değil. Dünyaya ilk kez bakıyormuş gibi bakmak ve şaşırmak. Ve “evren nedir, nasıl bir toplumda yaşıyoruz, birey nedir, neden bu acıları çekmek zorundayız?” gibi soruları sorabilmek için bir çocuğun gözleriyle bakabilmek gerek yeryüzüne. Ve durmadan sormak: “Bu ne?” Ve bu soruları tirana da yöneltmek: “Kim bu adam?” Bu soruları sorarken, inanın yanıtlarını da birlikte bulacağız. Hayat sorunsallaştırılmayı ve çözülmeyi bekleyen bir yumaktır ve çözeceksek biz çözeceğiz. Kahraman beklemeyin boşuna ya da tünelin ucundaki ışığı.

Ah bir ataş ver, cigaramı yakayım
Bizler ateş böcekleriyiz. Aydınlatacaksak biz aydınlatacağız yeryüzünü. Ateşin olduğu bir merkez yok artık, ateşi çalacak bir kahraman da. Şimdi ateş her yerde. Ateş ocaklarımıza, can evimize düşmüş. İçimizde için için yanan korlarla dolaşıyoruz. İçin için yanan arzularımızla kederli varlıklar olarak. Kahramanlar çağında değil, küçük insanlar çağındayız. Kendi üzerlerine kapanarak için için yanan varlıkların çağı. İnsanlar içlerinde taşıdıkları ateşin farkındalar, ama yıkıcı ve yakıcı bir ateşin. Bu ateşin yaratıcı bir ateşe dönüşmesi an meselesi. Herakleitos evrenin kurucu ilkesi, arkesi olarak ateşi önerdiğinde ateşi niteliksel olarak ikiye ayırıyordu: Yıkıcı, yok edici ateş ve yaratıcı ateş. Bir Ege türküsü “Ah bir ataş ver, cigaramı yakayım” derken, yıkıcı ateşi değil, yaratıcı ateşi paylaşmayı öneriyor. Evet, bir odun ateşi gibi kendi üzerine kapanıp küllenmiş, için için yanan, bedenimizi ve ruhumuzu yakan kederli bir ateşsek şimdi, ateşi dışarı taşıdığımızda ve birbirimizle paylaştığımızda bu ateşi neşeli şenlik ateşlerine dönüştürmemiz an meselesi. İçin için değil, dışın dışın yanarak arzularımızı gerçekleştirdiğimizde karanlığı aydınlatarak kendi mekânlarımızı yaratacağız, güneş gibi.

Gözlerimizin içine baka baka yalan söylüyorlar. Mitlerini dinlemekten ve yalanlarını bize doğrulatmak için kurdukları yanlış soruları yanıtlamaktan bıkmadınız mı hâlâ? Ya da için için yanmaktan? Zaten istedikleri de bu. Bir ateş verin ateş böcekleri, tutuşturalım şu şenlik, özgürlük ateşlerini!