Bir avuç karşıtçı

“Gazete” diyoruz, İtalyancadan gelme. Türkçesi için kimi yaklaşımlar yok değil. Örneğin “gazete”ye “günce”yi öneriyor Seyit Kemal Karaalioğlu (Çağdaş Öztürkçe Sözlüğü, 1975) ve Ali Püsküllüoğlu da (Öz Türkçe Sözlük, 1971)

Öz Türkçe Sözcükler ve Terimler Sözlüğü’nde(1966) şöyle diyor Ali Püsküllüoğlu; “Günce: genellikle her gün çıkan ve baş ereği geniş topluluklara haber ulaştırmak olan büyük boyutlu basılı kağıt.” TDK günce’ye: “Günlük” diyor.

Dil Derneği-Türkçe Sözlük’te(2018) Günce: “günü gününe tutulan anı, günlük” diye geçiyor.

Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü 6.’da “Gazet: Gazete. (Iğdır-Kr.), Günce: Gazete (-Ant.)

”Kafa karıştı. Benimsemesem de varılan sonuç şu sanırım: “sen uğraşma bunlarla, artık halkın diline girmiş yerleşmiş, oturmuş ‘gazete’ deniyor işte! Doğrudur, “halkın dilini eşek arısı soksun” diyecek değilim kuşkusuz. Eh, Türkçeye de oturmuş demek bir güzel; içinde İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Farsça, Arapça vd. sözcüklerle dopdolu bir varsıl dil(!), ki sorma ! Sözcük kullanımları, anlatım kuralları da almış başını gidiyor karmaşa içinde ya neyse, konum dil tartışmasına girişmek değil; bırakalım gazeteciler istedikleri dille yazsınlar şu karanlık günlerde, yazabiliyorlarsa eğer...

Türkiye Gazeteciler Sendikası(TGS) açıklaması özetle şöyle:

Bugün 24 Temmuz, yani sansürün kaldırılışının 110. yıl dönümü. (...)143 gazetecinin yazdıklarından dolayı cezaevlerinde tutulduğu, 10 yılda 10 bin gazetecinin işsiz bırakıldığı, gazetecilerin ve gazeteciliğin hedefte olduğu bir ülkede medya özgürlüğünden ve demokrasiden bahsetmek mümkün değil. (...)Bugün medyanın yüzde 90’ı Saray kontrolünde ve büyük medya kuruluşları Saray’dan gelen telefonlar ya da hükümet komiserleriyle yönetiliyor. Sansür uygulamaları son hız devam ediyor. (...)24 Temmuz’un gazeteciler için kutlanabilir bir gün olması ancak cezaevlerindeki meslektaşlarımızın serbest bırakıldığı, iktidarın medya kuruluşları üzerindeki baskısına son verdiği, gazetecilerin işini yapabildiği bir ülke olduğumuzda mümkün olacak...

DİSK Basın İş’ten yapılan açıklamada da şunlar dendi:

Çok sayıda tutuklu ve hükümlü gazeteci hapishane koşullarında tedavi edilmediği için hayati risk altında. (...)Bir yanda devlet sansürü, bir yanda patron. Elbette bunların daha kötüsü, sınırları zorlamayı denemek, editoryal bağımsızlığı savunmak yerine otosansürü meşrulaştırmak...

Türkiye’de bildirilen gazete satışı 3 milyon dolayında. Ancak neredeyse yarısından çoğu marketlerde, sitelerde, benzin, taksi duraklarında ücretsiz verilen ya da sürdürüm(abone) adı altında dağıtılan gazeteler. Gerçek satış taş çatlasa 1.5 milyon. Türkiye’de son yıllarda baskı sayısındaki azalma ise yaklaşık %32 oranında. Bu da doğal. Genel ağ(internet) haberciliği var. Uygulayımbilimsel (teknolojik) değişim, küresel anlamda okuma oranında azalma, erişim kolaylığı, akıllı telefonların yaygınlaşması gibi nedenler baskı sayısındaki yitimi açıklamak için yeterli.

Sayısal olarak da bakarsak, yukardakilerden çıkaracağımız sonuçlar(yandaşlardan söz etmeyeceksek) basından, yazarından çizerinden, sanatçısından, her iş kolundan bir avuç insan; neden-nasıl sarsar oynatır ki yerinden siyasal erki; ne yapar, sarayları mı yıkar, baştakileri al aşağı mı eder, bir avuç karşıtçı(muhalif) ne eder?

İşte anlayamadığım bu; neden o zaman baskılar, susturmalar, yargılamalar, tutsak kılmalar? Bırak koyver, özgürlük demokrasi falan demene bile gerek yok. Bireyler, istediklerini düşünsünler anlatsınlar, söylesinler, yazsınlar, seni yıkacak bir örgütlenme yok karşında, rahat ol! Bu ne korkusu; güç sende, her şey sende; bir avuç karşıtçı var karşında topu topu, bir avuç...