Çelişki açıktır. Bu ülkenin çelişkisi Saray etrafına toplanmış bir avuç zenginle halk arasındadır. İlk düğüm bu Saray iktidarına son verilmesidir.

Bir avuç zengin, sınırlı muhalefet ve sol çıkış

İlda Alçay Sepetoğlu

Türkiye’de siyasal rejim ciddi bir krizden geçiyor. Yaşanan kaosun çok yönlü boyutları ve her alana yayılmış niteliği, emekçi yığınlarda derin bir umutsuzluk, karamsarlık, sıkışmışlık halini de beraberinde getiriyor. Söz konusu çaresizlik hissi, AKP karşısında etkili, umut veren, güven yaratan ve acil ekonomik-sosyal sorunlara kalıcı reçeteler sunamayan “muhalefet” performansıyla da birleştikçe, kimi zaman geçim sıkıntılarıyla ilişkili intiharlarla sonuçlanıyor kimi zaman artık hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair inancın yerleşikleşmesi ve mevcut eşitsizliklerin kanıksanması gibi bir genel kanaat biçiminde somutlaşıyor.


Gel gelelim düzen muhalefeti ancak seçim takvimi belirlemek, ittifak görüşmeleriyle -seçim sonrasındaki- olası bakanlıkların nasıl paylaşılacağı vb. hesapları yapıyor. Seçime odaklı aklı, AKP’nin mevcut ekonomik yağmasına, yolsuzluklarına ve İslamcı nüfus mühendisliği politikalarına karşı üç maymunu oynamasına neden oluyor. Elbette şunu da ifade etmek gerekir ki düzen muhalefetinin olası bir ekonomik revizyon dışında AKP’nin Türkiye’ye zorla giydirmeye çalıştığı İslamcılık ceketiyle de çok ciddi problemleri bulunmuyor. Neticede, ülkenin kaderi sanki her şey normal seyrindeymiş ve AKP dönemi seçimlerle her hâlükârda kapanacakmış gibi “AKP sonrasına” dair oy hesaplarına, seçim stratejilerine, baraj hesaplarına bağlanmış bulunuyor.

“AKP sonrasına hazırlık” kavramı, bilhassa sermaye çevrelerinde, içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel sürecin dinamizmini ve temel motivasyonunu tanımlıyor. Öyle ki siyaset, ekonomi, uluslararası ilişkiler, bölgesel krizler gibi temel sorun alanlarında -ve hatta uluslararası akademi çevrelerinde- beklenen büyük kırılmaya dair şimdiden planlar-projeler hazırlıyor, analizler yapıyor ve öngörülerde bulunmaya çalışılıyor. Bununla birlikte söz konusu kavram, doğası itibariyle, sınırlı muhalefet gerçekliğini de içinde barındırıyor, ötesine geçmiyor.

Evet, “AKP sonrası” diye yola çıkmak sınırlı bir muhalefettir. Çünkü en basit anlamıyla, AKP’ye ve Erdoğan’a yönelmiş bir itirazdır. Hedefi ise yalnızca iktidarı ele geçirmektir. Bir nevi, devir teslim yapmaktır. Hatırlayalım, Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “Gel helalleşelim, devr-i sabık yapmayacağım” diye seslenmişti yakın zamanlarda. Yine geçtiğimiz günlerde Ali Babacan da benzer minvalde konuştu, “Bu geçişin ardından rövanşizm, şuymuş buymuş olmayacak…”.

Böylesi bir politik yaklaşımın AKP’den ve -onun temsil ettiği azgın sermaye düzeninden, siyasal İslamcı rejimden, artık açıkça yasallaştırılan İslamcı cemaatlerle beraber işgal ettiği hemen tüm devlet kurumlarından ve dinci ideolojiyle zoraki dizayn etmeye çalıştığı gündelik hayattan kopuşa değil, neo-liberalizmin yeni ihtiyaçlarına göre belirlenmiş bir siyasi güzergâh değişikliğine işaret ettiği gayet açıktır. Nitekim TÜSİAD’ın “50. yıl bildirisi” de yine aynı minvaldeydi. Yaşanan kaosta kendi çıkarlarına en uygun beklentilerini ve taleplerini işbaşına geçmesi beklenen yeni koalisyona duyurmaya çalışıyordu.
O halde, kimi önemli tespitlerin altını yeniden çizmek gerekiyor.

Bugün içinden geçtiğimiz kriz yalnızca rejim sorunları bağlamında değerlendirilemez. Temsiliyet üzerinden yapılan ve rejimin aksaklığından kaynaklanan sorunlar siyasi krizlerin açığa çıkmasında katalizör görevi üstlenirken, rejim odaklı tanımlamalar sadece bu sorunların kökten çözümünü güçleştirmektedir.
Eğitim ve sağlık sistemindeki çöküş, işsizlik, güvencesiz geleceksiz hale getirilen gençliğin sorunlarına, gündelik hayatı zapturapt altına almış dinci zorlamalara, kurumlara yerleşmiş tarikat ağlarına, yolsuzluklara bir de ağırlaşan ekonomik krizi ekleyince tablo daha netleşiyor. Reel bir büyüme ve istihdam artışı yerine işsizlik ve yoksulluk üreten, gelir uçurumlarını derinleştiren, yaşam standartlarını sürekli düşüren bir ekonomi, çalışan sınıflar başta olmak üzere geniş toplum kesimlerini büyük ve derin bir yoksulluğa sürüklüyor.

Tam da bu noktada AKP’yi iktidara getiren koşulları hatırlamakta fayda var.

AKP’nin ilk yıllarının alamet-i farikası toplumsal rızayı üretebilme yeteneğiyle ilgiliydi. Sermaye birikim rejimini tehlikeye atmadan yapılan sosyal yardımlarla halkın iktidar blokuyla çatışmasını belirli ölçüde dizginleyebildi. Tabii burada -başta Fethullah Gülen cemaati olmak üzere- kol kola yürüdüğü cemaat ve tarikat ağlarının rıza üretimindeki rolünü ve ağırlığını unutmayalım. 1980’lerden itibaren devlet desteğiyle palazlanan İslamcı tarikatlar, bugün itibariyle milyonlarca insanı etkisi altına almış ekonomik, sosyal organizasyonlar olarak devlet organlarından mahallelere kadar topluma ciddi biçimde nüfuz etmiş bulunuyor.

Ne var ki 20 yıllık iktidarın ardından, özellikle derinleşen ekonomik krizle birlikte, AKP artık rıza üretemez hale geldi. Her yeni krizde AKP ve çevresindeki elitler daha da zenginleşirken, halk inanılmaz bir yoksulluğa mahkûm edildi. Koca bir ülke zenginleri doyurmak için çalışıyor adeta. Pastadan pay kapma kavgası, halkın ekmek kavgasının önüne geçtikçe de devlet içerisindeki kriz de derinleşmeye başladı. Nihayetinde AKP rejimi, rıza üretemediği ölçüde zora ve baskıya giderek daha çok sarıldı. Dolayısıyla, yaşadığımız süreç basit anlamda bir rejim krizini değil, aynı zamanda devlet kriziyle iç içe geçmiş bir süreci de tarif ediyor.

Tam da bu yüzden, düzen içi muhalefetin dilinden, bugünün Türkiye’sinde sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre bir “yeniden yapılanma”, “restorasyon” beklentileri ve planları ön plana çıkıyor. Bu meyanda düzen muhalefeti, stratejisini ve hedeflerini sermaye aklına uygun olarak hükümet sistemi değişikliğine giderek, bir önceki versiyona, yani parlamenter sisteme dönmek ve yargı bağımsızlığını yeniden inşa etmek üzerine kuruyor.

Bu da bir anlamda AKP’nin ilk yıllarına, yani “AKP Türkiyesi’nin fabrika ayarlarına” dönmek demek oluyor. Nitekim Millet İttifakı’ndaki iki parti lideri -Gelecek ve Deva partileri- yakın zamana kadar AKP politikalarında kurucu roller üstlenmiş, ancak egemen blok içerisindeki çıkar çatışmaları yüzünden yollarını ayırmış isimlerden oluşuyor. Aslında, her iki parti de özünde “Erdoğan’sız bir AKP’nin” siluetleridir ve yalnızca “sermaye yeşilinin farklı tonları olarak” AKP’den ayrılmaktadır.

O halde…

Çelişki açıktır. Bu ülkenin çelişkisi Saray etrafına toplanmış bir avuç zenginle halk arasındadır. İlk düğüm bu Saray iktidarına son verilmesidir. Ancak mesele sadece Meclis’te nicel bir başarı elde etmek değildir. Saray rejiminin fiilen inşa ettiği şeriat rejimine karşı laikliği, özelleştirmelere, halkın cebinden alıp kendi ceplerine doldurdukları Saray ekonomisine karşı kamuculuğu savunmak, tarikat ve cemaatlerin zapturapt altığı tüm kurumları temizlemek, yoksullaştırılan halkın sorunlarını örgütlemek yani yalnızca seçimleri değil, seçimlerden sonrasına da uzanan bir yol önermek şarttır.