Merdivenleri çıktığında metro istasyondaydı. Hızla kendini vagondan içeri attı.

Merdivenleri çıktığında metro istasyondaydı. Hızla kendini vagondan içeri attı. Vagona girer girmez gözleri boş bir yer  aradı. Birkaç boş yer içinden tekli bir oturmalığı tercih ederek oturdu. Karşısındaki bir hayli kilolu, yaşlı kadın bir miktar toparlanmaya, aradaki boşluk için yer açmaya çalıştı. Gülümseyerek, ‘gerek yok, sığdım’ anlamında elini kaldırdı. Sonra çantasını açıp içinden kitabını çıkardı ve “Rüyamdaki Sofralar” bölümünü okumaya başladı. Tam Çiroz’un Öyküsü’ne geçmişti ki yere küt diye düşen rolunun sesiyle irkildi. Paket lastiği ile tutturulmuş, bir hasta dosyasıydı düşen. Rulo biraz uzağına düşmüştü, kucağında çanta, üzerinde kitap ile eğilip onu bir hamlede alamayacağı belliydi. Ayağa kalmaya üşendi. Ayakta durmakta olan, elinde kitaplarıyla belli ki öğrenci olan genç kıza baktı, “ senin mi?” gibisinden bir mimikle  ruloyu işaret etti. Kız ilgisizdi, ne hayır dedi ne de eğilip ruloyu almaya çalıştı. Hayata günün her saatinde çapaklı gözlerle bakmaya alışmış kalabalığın ruloyu gördüğü bile yoktu. Çaresiz yine kıza döndü, ısrarcı bakışları karşısında kız nihayet eyleme geçti ve yerdeki ruloyu alıp yaşlı kadının omzuna dokunarak uzattı. Yaşlı kadın öylesine dalgındı ki daldığı derinliklerden yeryüzüne çıkışı bir hayli zaman aldı. Çantasına baktı önce. Çantanın ağzı tamamen açılmış diğer eşyaları da döküldüm dökülecek vaziyetteydi.  Elinde tutmakta olduğu bastonunu bırakarak ruloyu almak üzere uzandı. Baston ağır çekimle adamın kucağına düştü. Alt ucu lastikli, kızılcık ağacının üzerine ince oymalarla bezenmiş, kıvrımlı tutmalığıyla güzel bir Devrek bastonuydu bu. Tutmalığın hemen altına siyah kalınca bir ipten bileklik ilave edilmişti. Belli ki bu kıymetli  baston sık sık düşmekteydi. Yaşlılık ve kilo bir araya gelince düşen bastonu yerden almak büyük bir eziyet olsa gerekti ki bu bileklik bastona ilave edilmişti. Neden sonra ruloyu alırken elindeki bastonu düşürdüğünü fark eden kadın, dağınıklığından özür dilercesine mahcup bir bakışla bastonuna uzandı.

-“ Çantanın fermuarı yine bozulmuş.” diye mırıldanarak fermuarla savaşa tutuştu. Bu savaşın yarısını fermuar, yarısını yaşlı kadın kazandı. Galibi olmayan savaşlardan biri daha işte..

Bir yandan yarı açık çantasını kucağına sıkıştırmaya çalışırken bir yandan da bastonunu bileğine geçirmekle meşguldü. Öte yandan da kendi kendine mi yoksa adama yönelik mi olduğu belli olmayan bir biçimde söyleniyordu:

-“ Bu günlerde pek dağınık oldum böyle.”

Adam belki de kadına moral vermek, teselli etmek adına,

-“ Yok canım sadece siz değilsiniz ki, bakın bir etrafınıza insanlar tıpkı rüyada gibiler.”

-“ Benimkisi bambaşka bir dalgınlık oğulcuğum. Yüreğimin bir büyük yangında, gözlerimse o yangının alazlarına dalıp dalıp gitmekte.”

-“ Hayırdır teyzeciğim?”

-“ Hayırlık bir durum yok ne yazık ki. Hayatımızda ne zaman hayır oldu ki. Benim ömrüm hep yokuşlu oğulcuğum. Küçük oğlum hastanede, onun yanına gidiyorum.”

-“ Geçmiş olsun ne oldu ki?”

-“ Öğretmendi. Yıllarca atamasını bekledi. Orada burada ne bulursa o işi yaptı. Hep Anadolu’da bir köy okulunda öğretmenlik hayatına başlamayı arzu etmişti. ‘Bir ayağım hep oralarda olmalı’ derdi. En nihayet geçenlerde ataması yapıldı. Bir sevindik, bir sevindik ki sorma gitsin. Gel gör ki sevincimiz bir iki ay içinde kursağımızda kalıverdi.”

-“ Ne oldu ki?.”

-“ Tayini Gercüş’ün bir köyüne çıkmıştı. Tam da istediği gibi. Ama son depremde bir ayağını orada bıraktı geldi. Hastanede yatıyor şimdi.”

Başı göğsüne düştü, gözlerinden incecik, analığın en içten, en acı gözyaşları süzüldü. Elinin tersiyle bir yandan gözyaşlarını silmeye çalışırken bir yandan da mırıldanmaktaydı:

-“ Hep bir ayağım oralarda olmalı derdi. Bir ayağını orada bıraktı geldi, bıraktı, bıraktı….”