Uzun bir zamandır, özellikle son on yılda, emperyalizm Şincan’ı (Uygur bölgesi) Çin’i içeriden istikrarsızlaştırma aracı olarak kullanmaya çalıştı. Fakat bu sorun artık çözüldü sayılır. İslamcı teröristler ya ülkeden kaçıp Suriye’ye gittiler (ve asla dönemeyecekler) ya da hapisteler. Militan sayılmaması gereken birkaç bin kişi ise şimdi Çin’in meşhur “Yeniden Eğitim” süreciyle kazanılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, Çin’i içeriden istikrarsızlaştırmak için emperyalizme yeni bir yumuşak karın gerekiyor. İşte o hassas bölge Hong Kong (HK); yani emperyalizm öyle olduğunu düşünüyor.

Suçluların iadesi yasası”nın geri çekilmesiyle Hong Kong’da (HK) sular duruldu sayılır. Maç salonları vs gibi yerlerde yapılan düşük katılımlı küçük gösteriler dışında ortalık sakin. Sonda söyleyeceklerimi en başta söyleyeyim: (1) Hong Kong gösterilerini ilerici gösteriler olarak görmek çok zor. Hele bir de Gezi ile karşılaştırmak düpedüz ahmaklık olur. Çin’e karşı her gösteriyi, eylemi “özgürlük, demokrasi vs yanlısı” diye alkışlamak ve desteklemek liberallerin (ve sağcıların) işi olabilir. Onlar zaten benim ilgi alanım dışındalar. (2) Bu olaylar, gösterileri düzenleyen grup açısından protesto gösterisi değil bir ayaklanma provası veya girişimiydi.

ÇKP, gösterilerin arkasında “koloni dönemi artıkları” dediği ve “dörtlü çete” olarak nitelediği dört kişinin olduğunu düşünüyor. Bu dört kişiden biri çok zengin bir avukat ve eski bir meclis üyesi (milletvekili). Diğeri bir medya yatırımcısı ve Çin karşıtı kışkırtıcı, faşizan, “polisle çatışmaktan ve HK hükümeti ile şiddet yoluyla mücadele etmekten kaçınmamak gerektiği” içerikli yayınlar yapan “Apple Daily” portalının da sahibi. Bir diğeri koloni döneminde İngiltere adına HK’ da üst düzey yöneticilik yapan birisi. Son üye, 2014’teki “Şemsiye Hareketi” gösterilerinde de ön planda olan ve “HK Genel Yöneticiliği”ne aday olup ancak yüzde 6,3 oy alabilen birisi. Ortak özellikleri hepsinin aynı zamanda İngiltere vatandaşı olmaları, İngiltere kolonisi döneminde yönetimle çok yakın ilişkiler içinde bulunmaları, sağcı ve yeminli anti-komünist olmaları.

“Suçluların İadesi Yasası”nın daha konuşulmaya başladığı bu yılın başlarından itibaren bu dört kişinin ABD’de çok sayıda kongre üyesiyle ve Mike Pence ile bu konuda görüşmeler yaptıkları, ABD medyasına konuştukları ve “Bir ülke, iki sistem” ilkesine karşı olduklarını defalarca dile getirdikleri biliniyor. Bu ilkeye/modele karşı olmak, aslında Çin’den ayrılık yanlısı olmak anlamına geliyor. Ayrılıkçılık (ağır) suç sayıldığı için onun yerine “bu ilkeye karşı olmak”, “tam bağımsızlık”, “tam demokrasi” gibi bulanık ifadeler kullanılıyor. Yasa HK meclisinde gündeme geldikten sonra (özellikle son zamanlarda) görüştükleri kişiler kervanına Mike Pompeo ve John Bolton da katılmış. Bu HK’ li dört kişiden Medya yatırımcısı olan şahsın ABD’deki Cumhuriyetçi Parti ile yakın ilişkileri olduğu, partiye ve başkan adaylarına defalarca yüklü miktarda bağış yaptığı zaten uzun zamandır biliniyor. Gösteriler sırasında yaptıkları ABD ziyaretleri ve orada yaptıkları görüşmeler, HK’daki ABD, İngiltere ve Kanada Büyükelçileriyle neredeyse rutin hale gelen görüşmeleri zaten sır değil.

Kısaca, bir yanda küresel kapitalizmin krizi giderek derinleşirken, diğer tarafta ABD’nin güç-hegemonyasında zayıflamada artık görünür hale geldi. Buna karşılık sessizce ilerleyen ve etki alanını genişleten bir Çin var. Buna bir de ticaret savaşlarında geri adım atmamasını, aksine, yaptırımlarla karşılık vermesini ekleyin. Yani ABD’nin ticaret savaşı beklediği sonucu vermiyor. Şimdi Çin’i içeriden istikrarsızlaştırıp bunun üzerinden bir kapsamlı uluslararası baskı için bir yol aranıyor gibi görünüyor. Bu noktada ABD emperyalizmi ile HK’li işbirlikçilerinin amaçları tam uyuşmuyor. İşbirlikçiler Çin’den ayrılmayı (ve tabii ki İngiltere kolonisine dönüşü) arzu ederken, ABD, HK’yi Çin’i istikrarsızlaştırıp içeriden zayıflatacak bir araç olarak kullanmak istiyor. İşbirlikçiler anlayamasa da, artık Çin olmadan HK’un da olamayacağını emperyalizm gayet iyi biliyor. HK burjuvazisi çıkarının Çinle işbirliği yapmayı gerektirdiğini anlayıp HK’u satmasaydı (hepsi Çin’e taşındı ve büyük üreticilere dönüştü), kendi başına varolmak için belki bir şansı olabilirdi.

Göstericilerin “tam demokrasiyi kazanana kadar mücadelemiz sürecek” açıklaması, yukarıda da bahsettiğim gibi, “Çin’den ayrılıncaya kadar” anlamına geliyor. HK’nin siyasal sistemi İngiltere’nin eseri, yasaları onlar hazırladı ve bugünkü işbirlikçilerin buna hiçbir itirazı olmadı. Çünkü sistem Çin yanlılarının yöneticilik seçimlerini kazanamaması ve mecliste çoğunluğu sağlayamamasını garanti etme üzerine kurulmuştu. HK sermayesi Çin ile işbirliğine gidince plan suya düştü ve kurulan sistem beklenenin tam tersi sonuç verdi. Ayrıca, koloni döneminde HK valisi hep İngiltere tarafından atamayla göreve gelmiş (hiç seçim olmamış) ve işbirlikçiler buna asla itiraz etmemiş. HK’de “Demokrasi ve nasıl bir demokrasi” sorunu ilk defa geçen seçimlerde bağımsız sol adayın seçim mitinglerinde kitlesel olarak meydanlarda konuşulmaya başlandı. (11.09.2016 tarihli “O demokrasini de al git” başlıklı yazıma bakınız). Demokrasi konusu HK’un gündemine ancak o zaman girdi.