Bu, babasız kalan bir çocuğun değil, oğulsuz kalan bir babanın yazısı… Hakkı Amca’nın yazısı…

Bir babanın adı: İ. Hakkı Şenyuva

EREN AYSAN

Bu bir, “babalar günü” yazısı değil. Kapitalizm ve paranın akışı içinde vitrinleri süsleyen günlere yakışmıyor gürül gürül çağıldayan sevgimiz, sesimiz.

Bu; babası öldürülmüş bir koca çocuğun; babasını sarıp sarmalamak istediği bir yazı da değil. İçinde acı, karanlık, ölüm ve yıllar süren ıstıraplarla örülü hayatlar var; her satırda, her bakışta, her anmada…

Bu; babasız kalan bir çocuğun değil, oğulsuz kalan bir babanın yazısı… Hakkı Amca’nın yazısı… Bugün evlatlarını yitiren ana babalara yağsın sümbüller, nergisler…

1994 yaz başı olmalı… Öyle hatırlıyorum… Yaşadığımız günler değil “anlar” canımı daha çok yakıyor… Akasyalı sokağa bakan evimizin balkonunda elimizde rakı kadehleri gülümsemeye çalışıyoruz. Dizginleyemediğimiz bir hüzün içindeyiz ama inanılmaz bir lezzet de var yaşadığımız her dakikada… Ya da geçmişin gölgesi bize bugünden yeniay gibi gülümsüyor. Cana Abla gece geç bir saatte kadehini kaldırıp, “Biliyor musunuz? Bugün Hakan’ın ölüm yıldönümü” diyor. Derin bir sessizlik… Kardeşini gözlerinde yaşayarak söze devam ediyor. “Tam on beş yıl oluyor. Zaman çok çabuk geçiyor ama acı dinmiyor.” Haziran ayında açan kıpkırmızı güller kan kırmızı güllere dönermiş meğer... Öylece bahçeye bakıyoruz. Çiçek kokuları yayılıyor dört bir yana. Belki Hakan göndermiştir bir tutam nergis.

O zaman Hakan ağabeyim. Aile dostumuz canım Hakkı Amca’nın ve Tuna Teyze’min oğlu… Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler öğrencisi. SBF- DER Başkanı… 1979 yılında pusuya düşürülüp öldürüldüğünde yirmi iki yaşında gencecik bir delikanlı… Hakan’ın ölümünün üzerinden yıllar geçti, kömür karasında zor yıllar bizi yedi bitirdi… Şimdi kardeşim benim. Ondan yaşlıyım artık. Yüzü sepya fotoğraflarda kalsa da, yıllardır tanışığım benim. Öylece bakıyor bana. Boğazlı bir kazak üzerinde. Gözlerinde keder. “Niye öldürüldüm?” diye soruyor.

bir-babanin-adi-i-hakki-senyuva-150622-1.Her yıl 10 Haziran günü gazeteyi açtığımda yutkunduğum iki hece adı… Babası, Hakkı Amca defalarca, usanmadan, dinmeden, yılmadan aynı ilanı verdi durdu: “Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1986/96 sayılı dosyasındaki belgelere göre; katil zanlısı, gıyabi tutuklu, 1956 K. Maraş doğumlu Ali oğlu Fehmi Söylemez yıllardır yakalanamamakta… Bu durumda adalet, zamanaşımının dolmasını ve davanın düşmesini bekleyen gereksiz bir formalite; tozlu, sararmış tutanaklar ve yazışmalardan ibaret bir duruma düşürülmektedir. Faziletli cesur insanlara sesleniyoruz: Adalet belki sizin vereceğiniz bilgilerle tecelli edecektir. Em. General ve Bayan İ. Hakkı Şenyuva PK. 331-06042 Ulus – Ankara. Katil zanlısının bilinen son adresi: İsadivanlı Mahallesi Vişneli Sokak No: 7 Kahramanmaraş.”

Ne puslu havalar kaldı bize… İçinden aydınlıkla geçmeye yeminler ettiğimiz. Mahkeme günlerinin hüzünlü havasını gökyüzüne bakarak atlatmaya çalıştığımız… “Cezasızlık” olgusuyla defalarca başa çıkmak için çığlık atmak yerine suskunluğa sığındığımız… Eluard’ın “Neylersin” şiirinin dizeleri olduk. “Neylersin” isyanın, karşı çıkışın uğultusuydu aslında: “Kapılar tutulmuş neylersin/ neylersin içerde kalmışız/ yollar kesilmiş/ şehir yenilmiş neylersin/ açlıktır başlamış/ elde silah kalmamış neylersin!”

ARA DEĞİNİ: Bitmiyor bu ölümler dostlar… Ağır aksak yaşamın içinde savrulurken her gün bir başka öldürüm çalıyor kapımızı… Soruyoruz her geçen gün yenisi için… Üç haftadır ise aynı adı söyleyip duruyoruz karşılıklı… Sahi Hurşit Külter nerede?

Hakan değildi sadece dosyaları tozlu raflarda kalıp hukuk garabetine uğrayan… O yıllarda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde gencecik bedenler düştüler kara toprağa… Öğrenci Derneği Başkanı Hakan Yurdakuler 1 Nisan 1976’da; Öğrenci Derneği Üyesi Bahri Gürpınar 17 Ocak 1979’da, SBF-DER Başkanı Şevki Kobal 1980’de… Ölümlerden bir demet çiçek yaptı bu ülke aydınlık yüzlere…

Ama Hakan Şenyuva’nın cinayeti bir parça daha ayrıydı: Onu öldürenin adı sanı belliydi. Oturduğu yer, evi barkı belliydi. Hiçbir zaman yakalanamadı.

Şimdi düşünüyorum da, neler neler gördük bu ülkede… Siyasi saikle öldürülenlerin bir çoğunun soruşturma ve kovuşturması yıllarca sürdü, öldürümler hiçbir şekilde aydınlatılamadı. Anayasanın dahi üzerinde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi defalarca ihlal edidi. Onyıllardır açık davalarında geçen kilit isimler bir diğerinin dava dosyasında karşımıza çıkıverdi. Tetikçilerden, maşalardan başka yargı önüne taşınmayan sorumlular, ödüllendirilen, terfi ettirilen, devlet kademelerinde yüksek mevkilere yerleştirilenler torba yasalarla salıverilen suçlular ve evrensel insan haklarına göre işletilemeyen tüm uygulamaların yüzümüze baka baka gerçekleştirilmesi ve “zaman aşımı” olgusu peşimizi bırakmadı.

Bir ülke düşünün, siyasi nedenlerle cinayetler ardı ardına yaşansın, devlet üzerine düşen görevi yerine getirmesin! Hatta katiller beraat ettirilsin, cezaları özendirici şekilde azaltılsın! Bu kadarla da kalmayıp, o katillere pasaportlar, ehliyetler, evlilik cüzdanları verilsin! Sonra hep birlikte Sabahattin Ali cinayetinden beri ezber ettiğimiz, önümüze özellikle çıkartılan çelişkiler yumağıyla sürekli karşı karşıya kalalım! Bu ülke bizim yas evimiz olsun, içinden çıkamadığımız. Sürekli taziyelerle yaşadığımız…

ARA DEĞİNİ: Geçmiyor bizi bizden alıveren öldürümlerin yakıcı etkisi a dostlar. “Geniş aile” büyümesin, başka cinayetler olmasın diye çırpınıp duruldu. Defalarca failleri belli cinayetlerin önüne geçmek için yan yana gelip toplumsal bilinç oluşturmaya çabalandı. Şimdi elimizden bir şeyin gelmediğini görüp sancılar içindeyiz. Bir beyaz karanfile bulaşmış kan damlasıyız. Günlerdir soruyoruz: Sahi Hurşit Külter nerede?

Bu babasız kalan bir çocuğun değil, oğulsuz kalan bir babanın yazısı… Hakkı Amca’nın yazısı… Bugün evlatlarını yitiren ana babalara yağsın yağmurların bereketi… Kemal Özer’in “Oğulları Öldürülen Anneler” şiirinin dizeleri silinmesin dünya döndükçe beyaz kağıtlardan. Biz onların yerine kendimizi koyup öldürülen fidanların fotoğraflarına bakalım şimdi.

Bu yazı artık aramızdan ayrılan ve son nefesine kadar oğlunun katilini bulmak için çabalayan Hakkı Amca’ların yazısı olsun… Ve soralım: Hurşit Külter nerede? diye.

Şimdi yaşasa Hakkı Amca da sorardı: “Hurşit Külter nerede?”

Hiç gördünüz de yanmadınız mı, mezarlık anmalarında siyasi cinayetlerde öldürülenlerin yan yana duruşlarını… Metin Göktepe anmasında Sami Elvan’ın Fadime Ana’nın yanında olması size bir şey hatırlatmıyor mu? Devlette devamlılık varsa aynı acıyı, aynı hukuksuzluğu, aynı karartmayı yaşayanlarda da hayatın buluşturmasının sağladığı devamlılık var… Çünkü onlar yitirdiklerinin ardından vekaleten yaşamayı öğrenmişler. Peki ya sizin?

En son birkaç gün önce Hakan’ın kardeşini gördüm. İki satır konuştuk: “Anmaya geldim” diyebildi. Başımı salladım çaresizce… Sonra ayrıldık… O uzağa yürüdü. Ardından baktım öylece…

Sahi Hurşit Külter nerede?