Banka soygunu deyince neredeyse hemen her kesin aklına ilk gelen bir bankanın şu ya da bu biçimde soyulmasıdır.

Ya soygunu yapan banka ise.. Olamaz mı?

Bankalar soygun yapmaz mı?

Yaparlar hem de soygunun en katmerlisini yaparlar. Üstelik bu soygun mevcut düzen hukuku içinde son derece legaldir.

Sözün özü, göz göre göre, göstere göstere soyarlar. Boşuna bağırıp çağırırsınız. Umurlarında değildir. Ne onların ne de siyasi iktidarların. Böyleside işin fıtratında vardır, zira birlikte çalışırlar. İşbirliği içindedirler anlayacağınız.

Bertolt Brecht, “Banka kurmanın yanında banka soymak nedir ki?” der.

Bu son derece doğru bir saptamadır ve kışkırtıcıdır da. İçimizde nalet olasıcıları yerle bir etmek arzusu her daim istim üzerindedir. Bu arzuyu ancak gençler dışa vurur ve gerçektende lanet olasıcalara fiili şiddet uygularlar. Ülkemiz dahil Yunanistan’dan, Güney Amerika’ya kadar her coğrafyada görülen bu şiddet de işin fıtratında bulunmaktadır.

Sadece bankalar mı? Kapitalist barbarlar, kendi yapmaları gereken bir yığın hizmeti çeşitli biçimlerde bizlere yaptırıp bir de üzerine paramızı alırlar.

Bizatihi ATO araştırmaları bankaların, ücret, komisyon ve bankacılık hizmet gelirleri adı altında 80 çeşit işlem için halktan ücret talep ettiklerini ortaya koymaktadır.

Müşterinin yaşamını kolaylaştırmak ve bankacılık sektörünün iş yükünü hafifletmek adına kullanılan ATM’ler bankalar tarafından adeta ‘darphaneye’ dönüşmüştür. Telefon ücreti bile vatandaştan tahsil edilmektedir.

Bankalar soygunda öyle gemi azıyı almışlardı ki, “ yok artık, böyle bir şey olamaz” cümlesi sık kurulur olmuştur. Habersiz sigorta işemleri, habersiz hesap açmalar, kredi kartı çıkartmalar, vs.., vs....

Vatandaş olarak derdini kime anlatacaksın, kim dinliyor ki bu ülkede vatandaşı?

Göstermelik bir yığın kurum, yaptıkları ise sadece vatandaşı oyalamaktan ibaret. Akıl almaz uzun prosedürler, kapı kapı dolaştırmalar, bu gün git, yarın geller, yüklü dava açma masrafları hep birer bezdirme, yıldırma uygulaması...

Yakın geçmişte, Rekabet Kurumu’nun 12 bankaya kestiği 1.1 milyar liralık cezaya kesme uygulaması ise “ bakın işte ceza da veriliyor” söylemi ile zevahiri kurtarma girişiminden başka bir şey değildir. Yıllık ciroları itibariyle bunlar ilk sıralardaki büyük bankalar ve daha kesilen ceza tahsil edilmeden o miktarları zaten vatandaştan çarptılar bile..

Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere AKP’liler ülkenin neresine gitseler “hırsız” ve “katil” tepkileri ile karşılaşıyorlar. Oysa hırsızlık bu ülkede kurumsallaşmış vaziyette. Devletin, devleti yönetme iddiasında olanların, başta bankalar ve finans kurumları olmak üzere özel işletmelerin elleri hep ama hep vatandaşın cebinde. Hırsızlar her gün, her saat, her dakika iş başındalar. Ve bunu da zora başvurarak yapıyorlar. Gün geçmiyor ki bir zor ve zorbalık yasası, gasp yasası çıkmasın.

Hükümet iş başında, soyguncular işbaşında...

Hal böyle olunca ne yapacağız?

Birleşik Haziran Hareketi sonuç bildirisinden çıkan öz anlatım şu; “ zorbanın şiddetine karşı kendimizi savunacağız, bunun alt yapısını oluşturacak, mekanizmalarını kuracağız. Ancak her savunmanın aynı zamanda bir hücumu da içerdiğini hiç unutmayacağız.“

Che “Şiddet, sömürücülerin ayrıcalığı değildir, sömürülenler de onu uygulayabilirler ve dahası, uygun anda kullanmalıdırlar” der.

Romalılar barbar tanımını şöyle yapmaktadır; “Elinde hiçbir tahrik edici sebep bulunmamasına karşın, sırf zarar verecek güce sahip olduğu için zarar veren topluluk ya da uygarlıklara barbar denir.”

Finans kapital zorba sahip olduğu gücü dünyanın her yerinde mazlum halklara karşı kullanıyor, kan döküyor, öldürüyor. İşte bu barbarlıktır.

Haziran ise barbarlara karşı mücadelenin adıdır.