“Erken idrak ettiğimiz” 9 günlük Kurban Bayramı yarın başlıyor.

Hele bir kutu tatlı- kredi paketini kapmış ama canı hemen sıkılan ağır odaklanma problemi yaşayan “tüketici nüfus” hıncahınç sahil beldelerinde ferah-feza yerlerini çoktan almış olmalılar...

Yarın sabah da Yeni Türkiye’nin “fiili hareketi” Bayram namazı akabinde cami önüne toplaştırılmış çocuk kalabalığına gıcır banknot dağıttıktan sonra 1 Kasım “tekrar” seçimlerinde “gayri-milli” ve “baraj altında bırakılacak olanı” yine kamuoyuna sıkı sıkıya tembihleyip sırra kadem basardı.

Demek ki son iki aydır şehit cenaze, şehit evi paparazzisi gibi çalışan insan varlığına ve saygınlığına karşı gıdım mesafesi ve ölçüsü kalmamış medyanın kadrajı yine bu feci bayat “yerli hümanizma” dolacaktı.

Ama bu kışkırtılmış bayrak seferberliğinde bile bir bayramdan bir bayrama son iki ayda Yeni Türkiye’nin kişisel ikbali için ölüm salkımına her gün teker teker dizilen hayatların üzerine kapatacak milli bayrak bulunamayacaktı.

Geçen bayram evlatlarının sesi, yanağı, kirpiği yüzüne değmiş yüzlerce aile içlerinde düğüm düğüm boğdukları acıyla boş koltukta, çıplak duvarda bir gölge, eşikte bir ayak sesi, telefonda çınlayan bir sese amansızca yakalanacaklar, yakalanacaklardı..

Bulundukları yere mıhlanacak ve çiğ sarı bir ışığın bastığı zamanda ölülerin bu dünyada yaşamadığını bilmeyen çocuklar hala eve dönmeyen babalarını bir kez daha soracaktı.

Taze, bayraklı kabirlerin başındaki analar sofralarındaki o boş yeri Kurban Bayramı diye idrak edeceklerdi.

Bu bayram ölümün kör bilgisi ve kederli gölgesi hane hane evler dolusu ziyarete varacaktı.


Kuşatma altındaki Cizre’de ambulans sokağa bırakılmadığı için hayatını kaybeden 35 günlük Muhammed, Suruç’ta gökyüzü bahçesine toplanan gençlerin paramparça edildiği sabahtan sonra dünyaya gelmiş olmalıydı.

Geçen bayram Suruç’ta yaşanan kötülük ülkece yadsınıp toplu bir susuşa dönüşse de o bahçede yarılan zamanın bir ucu daha doğmamış Muhammed’e doğru çıngıraklı yılan gibi sürünerek ilerlemeye başlamıştı bile.

Suruç’tan tam 18 ile doğru 32 tane sırt çantası bir kamyonet kasasına doldurulup gönderilmiş, sahipleri daha gömülmeden dipsiz belleğe “Suruç kötülüğü” derince itilmişti.

Ama siz eğer kötülüğü kavrama ve dillendirme gücü elinizden alınmış olsa bile en azından kötülüğün eğilip büküldükçe üstünüze başınıza lanet gibi yapışacağını bilmeliydiniz.

Çünkü çocuklar tek kurşunla öldürüldükçe, çocuk tabutları giderek küçüldükçe dünya adıyla kalan mekânın yaşarken kapatıldığınız bol bayraklı, yerli- milli toplu mezarınız olma ihtimali hayli yüksekti...

Öyle de olmuştu zaten...

9 gün dünyadan tecrit edilen Cizre’de 10 yaşındaki Emine’nin kapı önünde sırtından giren kurşun tam kalbine saplanmış, Emine anasının gözlerine bakarken “oy annem” demiş on dakika içinde gitmişti.

Murat Bay’ın sendika1.org’daki yazısından öğrenmiştik ki ilk gün anası Cemile’nin ellerine kına yakmış o gece kızını koynunda yatırmıştı.
Sonra sabah olunca cenazeyi yıkayıp iki gün buzdolabında saklamışlar, anası diğer evlatlarının yanında hiç ağlamamıştı.

Ne diyebilirdik ki? bu gayri insanlık kampı ülkenin, avuçları kınalı çocuk ölüleriyle erkenden idrak ettiği Kurban Bayramı hakikaten kutlu olsundu !!!