Nereden okuduğumu anımsamadığım bir öykü var farkındalıkla ilinti kurduğum, şöyle; Adamın biri güneşin doğuşunu seyretmek için sabaha karşı okyanus sahiline iner. Sahilde bir çocuk görür. Ona yaklaştığında sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atmaktadır. Çocuğa deniz yıldızlarını neden okyanusa attığını sorar:

Çocuk; “Güneş yükseldi mi, sular çekiliyor. Onları suya atmazsam susuzluktan ölecekler,” der. Adam sahil boyunca binlerce deniz yıldızı olduğunu, birkaç tane atmanın ne fark edeceğini sorar?

Çocuk, adamı dinledikten sonra bir deniz yıldızını daha okyanusa atar ve o an attığı deniz yıldızı için: “Bu deniz yıldızı için fark etti,” der.

Adam, çocuğun fark yarattığını farkeder ve ona katılarak bütün sabahı okyanusa deniz yıldızı atarak geçirir.

Farkındalık da, farkı farketme de; bir bilinç eşiği... felsefi anlamda varlıksal bir durum... duyum ile algı, bakmak ile görmek arasındaki fark gibi...

Bir başka öykü;

“Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’dir.

Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek cırcır aramaya başlar.

Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyler. Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder. Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı, Kızılderili’ye: “Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?” Diye sorar.

Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyler. Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. Kızılderili, arkadaşına döner:

“Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.”der.

Alain De Botton, Sel Yayıncılık'tan çıkan 'Görmek ve Fark Etmek' adlı kitabının tanıtım yazısında “Moderrn toplumun yalnız, hüzünlü, mutsuz insanları, hayatlarını değiştirmek için yazarlardan, ressamlardan, tarihi kişiliklerden ve felsefecilerden yardım alabilirler,” der. “Flaubert iç sıkıntısına iyi gelebilir, Peter de Hooch sıradan hayatı sevdirebilir, Louis-Philippe mizahın gücünü öğretebilir, Aristo çalışmanın sefaletini anlatabilir.”

Öğrenecek ne çok şey var, ne çok şeyin farkındalığa ihtiyacı var, değil mi? Farkındalık, bir anlamda 'bilmek' ve 'acı çekmek' ile eş anlamlı...

Deleuze'e göre 'fark' ancak bir şeyden farklılık ya da iki şey arasındaki fark olarak kavrayabilen göreli bakış açısının ötesine geçer. Asıl olan, farkın içkin bir nedensellik olarak varlığın hareketi ve kurucusu olarak kavranmasıdır. ontolojinin kadim “Varlık nedir?” sorusunu, “Varlık nasıl hareket eder?” sorusuyla yerinden eden Bergson’u takip etmektedir. Ve farkın mutlak olumlanışı, varlığın olumlayıcı bir hareket olarak düşünülmesiyle aynı anlama gelecektir.

Fark olumlamadır, varlıksa farkdır. Eğer bir şeyin hangi kuvvet tarafından ele geçirildiğini, sarıldığını, kullanıldığını ya da onda hangi kuvvetin ifade edildiğini bilmiyorsak, o şeyin anlamını da hiçbir zaman bilemeyiz. Bir fenomen, bir görünüş ya da bir ortaya çıkış değil, mevcut bir kuvvette anlamını bulan bir belirti, bir göstergedir…Anlamı çoğul olmayan tek bir olay, tek bir fenomen, tek bir sözcük, tek bir düşünce yoktur. Herhangi bir şey onu ele geçiren kuvvetlere göre kimi kez böyle, kimi kez şöyle, kimi kez daha karmaşık bir şey olur.

“...Farklılaşmalarının ve farkların her birinde, fark durmaksızın geri gelir… Fark kendini farklılaştırarak kendini tekrarlar ve fakat asla özdeş biçimde tekrarlamaz.

...Fark-boyut her keresinde geri gelir, ama her keresinde farklılaşarak, yani bir başka düzeyde, bir başka plan üzerinde, bir başka boyutta geri gelir… O zaman fark artık yalnızca yeğinliksel bir boyut olarak değil, (başka boyutlara doğru) bir görüş noktası olarak ortaya çıkar: karşılıklı içerimdir bu…”

“…Fark yalnızca onu farklılaştıran farklarda varolur ve buradan itibaren tekrar yalnızca bu farkların birinden diğerine işler.”

Farkında olmayan sorgulamaz, acı çekmez, herhangi bir sorumluluk hissetmez, 'ben' gelişmemiştir, edilgendir, üretse de ürettiğinin farkında olmayan bir tüketicidir.

Kaynak:Sinem Özer