Virüsler her yanımızı sarmış. Koronavirüsten tutun da, yükselen faşizmin tüm dünyaya yaydığı vahşet ve ırkçılık virüsüne kadar… Her birisi sağ siyasetin elinde yeni korkular ve o korkulardan beslenen duvarlar örmek için birer araca dönüşüyor.

Hayatın olabilecek tüm ağırlığını yüklenmek zorunda bırakılmış mültecileri ve göçmenleri pazarlık unsuruna dönüştüren insanlık dışı anlayış da, koronavirüse dair değerlendirmelerini fiyatlamalar üzerinden yapan ve finansal piyasaları birer sağlık uzmanına dönüştüren neoliberal anlayış da bugünkü küresel düzeni var eden temeller. Saray rejiminin elinde Türkiye de bu düzenin ve anlayışın ta kendisi haline getirildi.

Ve bu küresel düzen uzun süredir ağır bir yapısal krizle karşı karşıya… 2008-09 yıllarında dünyanın finans merkezlerinden dalga dalga yayılan kriz… Dünyanın tüm coğrafyalarında halkların isyan ettiği eşitsizlikler ve bunlara çare olarak hala para politikası yani faiz dışında herhangi bir politika geliştirmemiş olan politika yapıcılar… Bunların hepsi bir bütün.

Karşı karşıya kaldığımız her kriz ve kaosu, işte bu bütünün parçası olarak görmeliyiz. Krizleri aşmak için ihtiyaç duyulanın düzenin tamiri değil, düzen değişikliği olduğu gerçeğinde toplumu buluşturabilmek ve siyaseti bu gerçeklik etrafında örgütleyebilmek için bir zorunluluk bu. Aksi takdirde ateşi düşürecek adımlar atmakla yetinen ve dünyayı duvarlar altında ezmekte kararlı görünen faşizan sağ siyaset, kendi düzenini devam ettirmek için elinden gelen her şeyi yapmaya devam edecek. Saray rejiminin yaptığı gibi…

Yaşadığımız her kriz düzenin yapısından kaynaklanıyor. Birbiriyle çok alakasız gözüken tüm çöküşler ve gelişmeler esasında aynı bütünün parçası. Ve düzenin en hırçın halinin inşasına öncülük eden coğrafyalarda, kriz hali çok daha derinden hissediliyor. Türkiye’de yaşadığımız ağır gerçeklik de bu.

Koronavirüs de, Barış(lar)’ın susturulması da, kadınların saçlarından sürüklenerek gözaltına alınması da… Hepsi aynı bütünün ve krizin parçaları.

Koronavirüs nedeniyle dünya ekonomisinin durgunluğa girmesi öngörülüyor, hatta an itibariyle de ekonomi yavaşladı. Dünyadaki tüm üretim zincirlerinin çalışması, Çin’in üretim yapmasına bağlı. Koronavirüs nedeniyle kendisini karantinaya alan Çin’de üretim durunca tüm dünyada üretim yavaşlıyor. Aramalı ithal eden ülkeler için risk artıyor. Virüs yayıldıkça ihracat pazarları da daralıyor. Riskler arttıkça finansal piyasaların da risk iştahı kaçıyor.

Küresel ekonomide artan bu risklerin, henüz konjonktürel yorumlansa da, kurulan düzenin yapısından kaynaklı olduğu ve bu yapının ortaya çıkarttığı maliyetleri de daha anlaşılır kıldığı açık. Türkiye’de de durum farksız. Koronavirüsün kendisi bir sağlık sorununa dönüşmüş gözükmese de, ortaya çıkarttığı bu ekonomik yavaşlama ve risk algısı Türkiye ekonomisinin yapısı nedeniyle bir biçimiyle Türkiye’ye bulaşacaktır. Bir diğer deyişle, ithalatının en az üçte ikisi aramalı ve sermaye malı olan ve dışarıdan borçlanmadığı takdirde kredi veremeyen ve kredi vermediği takdirde de büyüyemeyen yapısı nedeniyle Türkiye ekonomisi bu olumsuz gelişmelerden etkilenmeye çok açık.

Risk iştahı zayıflamış olan yabancı sermaye kendisine güvenli limanlar aramaya geçti. Altının fiyatındaki artışlar, ABD’nin uzun vadeli tahvil faizlerindeki düşüşler buna işaret. Bu durumda haber yaptığı için gazeteci tutuklayan, savaşa hayır demeyi yasaklayan, emekçi kadınlar gününü kadınların saçlarından sokaklarda sürüklendiği ve gözaltına alındığı bir vahşete çeviren anlayış sığınılacak bir liman olmayacaktır. Özgürlük ve eşitlik arayan ve bunun mücadelesini veren halklar için hiç olmayacaktır ama tüm bunlara gözünü çoğu zaman kapamaya hazır yabancı sermaye için dahi olmayacaktır!

Saray düzeninin yapısal krizi her konjonktürel sınamada kendisini hemen ortaya çıkartıyor. Her tür konjonktürel kriz yapısal krizi daha da tetikliyor. Düzenin yapısı krize yol açıyor, o krizi çözmek için baskı, otoriterlik ve düzene sarılmak dışında hiçbir çözümü olmayan saray rejimi, düzeni ve krizi yeniden üretiyor.

Her şey birbirine bağlı. Dünya düzeni çöküyor. Bu düzenin ortağı ve hatta en sert uygulayıcısı olan Saray rejimi de öyle. Ve var olan düzen kendisini ancak daha da hırçınlaşarak var edebiliyor. Bu gerçeği ve düzenin bütünlüğünü gözden kaçırmadan, bu çöküşün ortaya çıkarttığı ağır insani yıkımın yarattığı manevi yükü dayanışmayla omuzlayarak bir “yeniyi” var etmek zorundayız.