17 yıllık AKP iktidarı ile özdeşleşmiş olan inşaat sektörünün istihdam yaratma kabiliyetinin 2010’dan 2018’in başlarına kadar çok fazla değişkenlik göstermediği görülmektedir. 2018 yılından başlayarak inşaat sektöründe oluşturulan istihdamın gözle görülür bir şekilde azalmaya başladığı anlaşılmaktadır.

Bir büyüme modelinin sonu

Öner Günçavdı - İTÜ İşletme Fakültesi

Cuma günü açıklanan işgücü istatistikleri Türkiye ekonomisinin son yıllarda maruz kaldığı en önemli sorunlardan birini gözler önüne sermiştir. Açıklanan işgücü istatistikleri tarım dışı işsizliğin yüzde 15,7 mertebelerine ulaştığını gösterirken, ekonominin istihdam yaratma kapasitesindeki azalma da dikkat çekicidir. Geçen sene yüzde 47,5 olan istihdam oranı, bu sene 1,6 puanlık bir azalma ile yüzde 45,9’a ulaşmıştır. Bu, bir yıllık süre zarfında ekonominin istihdam kapasitesindeki bir azalmanın göstergesidir. 15-24 yaş işgücü arasındaki işsizlik olarak tanımlanan genç işsizliği ise, son bir yılda 3 puanlık bir artış göstererek, yüzde 25,3 seviyesine ulaşmıştır. Öte yandan, ne eğitimde, ne de işgücü arzı içinde yer almayan gençlerin oranı ise, aynı süre zarfında 1,3 puanlık artış göstererek yüzde 26 olarak gerçekleşmiştir. Bu, işsizliğin ağırlıklı olarak genç nüfus arasında yaygınlaştığının bir göstergesidir.

Öte yandan istihdam oranında da düşüş yaşanmıştır. 2018’de yüzde 53,7 olan işgücüne katılım oranında 0,7 puanlık bir azalma yaşanarak, 2019 yılında yüzde53’e erişilmiştir. Cuma günü açıklanan işgücü istatistikleri umudunu yitirip, iş aramayı bırakanlarda da ciddi artışların yaşandığını göstermektedir. Örneğin 183 bin kişi salt iş bulma ümitlerini yitirdikleri için, 356 bin kişi emekliye ayrılmalarından dolayı, 632 bin kişi ise sadece ev kadını olmayı tercih etmelerinden dolayı işgücüne katılmaktan vazgeçmişler.

Bir diğer dikkat çekici gelişme ise, işsiz kalma sürelerinde yaşanan gelişmelerdir. 2018 yılı Ekim ayında, bir yıldan daha az süreyle işsiz kalanların oranı yüzde 77,8 iken, aynı oran 2019’da yüzde 73,8’e düşmüştür. Diğer bir deyişle, kısa süreli işsiz kalanların oranında azalma yaşanmıştır. Ancak bir yıl ve daha fazla işsiz kalanların oranı ise yüzde 22,2’den yüzde 26,2’ye çıktığı anlaşılmaktadır. Yani ekonomide uzun süreli işsiz kalma riski ciddi bir şekilde artmıştır.

Hükümetin daha iyi kriz yönetimi politikaları uygulamasıyla bunların halledilebileceğine inanmak çok da doğru değildir. Sorun konjonktürel olduğu kadar, aynı zamanda yapısal bir problemdir ve ülkenin 17 yıldır tercih ettiği büyüme modeliyle ilgisi vardır.
Sanayileşmesini tamamlayamamış bir ülke olarak Türkiye, son 17 yıldır sanayisizleşerek büyümeyi tercih etmiştir. Özellikle uygulanan büyüme modelinin dış finansmana ve iç talebe olan aşırı bağımlılığı, içinde bulunduğumuz dönemde eskiden olduğu gibi başarılı bir şekilde uygulanabilirliğini tehlikeye sokmaktadır.

Sanayisizleşme

Basit bir şekilde ifade edilirse, sanayisizleşme üretimde ve istihdamda imalat sektörünü payının azalması, yerine hizmet, inşaat ve bankacılık gibi sektörlerin paylarının artması şeklinde ifade edilebilir. Aslında kalkınma sürecinde beklenilen bir sonuç olan sanayisizleşme, bugün gelişmiş birçok ekonomide görülen, beklenen bir eğilimdir. Zira sanayileşmesini tamamlamış olan bu ülkelerde, genellikle kişi başı milli gelirleri 15-20 bin dolara ulaştığında sanayisizleşme sürecinin başladığı görülmüştür. Ancak sorun daha sanayileşmesini tamamlamadan Türkiye gibi gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde de benzer bir sürecin görülebilmesidir.

Gelişmekte olan ülkelerde görülen sanayisizleşmenin birkaç nedeni var. Bunlardan ilki küreselleşme, bir diğeri ise teknolojide görülen gelişmelerdir.

Globalleşme ülkelerin uluslararası piyasalarda rekabet kısıtı altına girmelerine ve özellikle bu rekabet sebebiyle, dış rekabete açık sektörlerin hareket alanlarının kısıtlanmasına yol açmıştır. Dış rekabetin kontrolü altına giren bu sektörlerde, kamu otoritelerinin ülkeye özgü ihtiyaçlar doğrultusunda, bağımsız bir şekilde izleyebilecekleri talep politikalarının sonuçları, genellikle cari açık üzerinde ortaya çıkmaktadır. Yurtiçinde arttırılacak talep, cari açığın ve beraberinde döviz talebinin artmasına neden olmaktadır. Kısa dönemde böyle bir talep artışının ekonomide üretim artışı yerine doğrudan ithalatta artışına yol açması muhtemeldir. Özellikle talep politikasına uygun bir kur politikasının uygulanamadığı bir durumda, bozulan nisbi fiyatlar yerel üretimin pahalılaştığı, ithalatın ise ucuzladığı bir durum oluşturacaktır. İthalatın yapılabilmesine olanak sağlayacak dövizin bol olduğu böyle durumlarda, talep edilecek malları yurtiçinde üretmek yerine, ithal etmek sanayici açısından tercih edilen bir durum olacaktır. İşte bu, sanayisizleşme yönünde motivasyonu yaratan önemli faktörlerden birini oluşturmaktadır.

Diğer bir neden ise, teknolojik gelişme hızının bugüne kadar görülmemiş düzeylere çıkması ve bunun sağladığı emek tasarrufuyla, üretimde büyük rekabet avantajlarının elde edilebilmesidir. Özellikle üretimin otomasyonu ve Endüstri 5.0’a yönelik sanayide görülen modernizasyon gayretleri bir yandan üretkenliği artırırken, öte yandan işletmelerin emekten tasarruf etmelerine imkân sağlamaktadır.

Globalleşme ve teknolojik gelişmelerin emek talebi üzerine yaptıkları bu olumsuz etkiler gelişmekte olan ülkelerde ciddi işsizlik tehlikesi yaratmaktadırlar.

Özellikle tarım sektöründeki yapısal dönüşümünü tamamlayamamış bir ekonomide, tarımdan kopan emeğe imalat sektöründe istihdam edebilmek imkânsız hale gelmektedir.

Uluslararası rekabete maruz kalmayan, büyük ölçüde hükümetlerin kontrolü altında uygulanabilecek bir talep politikası ile kolayca yönlendirilebilecek sektörel tercihlerin cazibesi artmaktadır. Tercih edilen bu sektörler inşaat, ticaret, hizmetler ve bankacılık gibi, büyük ölçüde uluslararası rekabete doğrudan maruz kalmayan sektörlerdir. Dahası kamunun kontrolünde oluşturulacak talep politikaları ile arz kolayca yönlendirilebilmektedir bu sektörlerde.

Türkiye gibi birçok gelişmekte olan ülke, 2000’li yıllarda bu finansmanı uluslararası mali piyasalardan kolayca sağlayabilmişlerdir. Uluslararası piyasalardaki finansman bolluğu devam ettiği müddetçe, yapılan bu tarz sektörel tercihlerin ve büyüme modelinin sürdürülebilmesi mümkün olmuştur.
Sanayisizleşmeyi doğuran bu büyüme modelininin artık sonuna gelinmiştir. Zira 2013’den itibaren uluslararası mali piyasalarda tersine dönen rüzgâr, yapılan sektörel tercihlerin finansmanını zora sokmuştur. Dahası Türkiye özelinde artan jeopolitik ve siyasi riskler uluslararası yatırımcıların Türkiye’ye yönelik risk iştahında azalmalara yol açmaya başlamıştır. Bunların neticesinde azalan sermaye girişleri inşaat ve hizmetler gibi sektörlerdeki talep canlılığını destekleyecek finansman imkânlarında da azalmaya neden olmuş ve bu sektörlerin istihdam yaratabilme kabiliyetlerinde düşmeye yol açmıştır.

Cuma günü yayımlanan işgücü istatistiklerine dayanarak çizilen Şekil 1 bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Şekil 1’de istihdamın dört sektör arasındaki dağılımı gösterilmekte ve hizmet sektörünün en fazla istihdam sağlayan sektör olduğu görülmektedir. Özellikle 2014 sonrasında aşamalı bir şekilde hizmetlerin sağladığı istihdam imkânlarında sürekli bir artışın varlığı gözlerden kaçırılmamalıdır. Ancak 2019 yılı başlarında bu artış durmuş ve hizmetler sektöründe ekonominin ihtiyaç duyduğu istihdam artışları sağlanamamıştır.

17 yıllık AKP iktidarı ile özdeşleşmiş olan inşaat sektörünün istihdam yaratma kabiliyetinin 2010’dan 2018’in başlarına kadar çok fazla değişkenlik göstermediği görülmektedir. Ancak 2018 yılından başlayarak inşaat sektöründe oluşturulan istihdamın gözle görülür bir şekilde azalmaya başladığı anlaşılmaktadır.

Dışarından sermaye girişleri ve neticesinde oluşacak yurtiçi kredi imkânlarındaki azalma bu sektörlere yönelik talep artışlarının yaşanmasının önüne geçerek, istihdam yaratma kabiliyetlerini de sınırlamaktadır. Bugün işgücü piyasalarına yönelik yaşadığımız sorunların önemli bir bölümü dış kaynağa bağımlı, iç talep çekişli büyüme modelinin sonuna gelinmesi nedeniyle yaşanmaktadır. Bugün maruz kaldığımız ekonomik problemleri çözebilmek, 17 yıldır izlenilen büyüme modeli ve sektörel tercihleri ne pahasına olursa olsun sürdürmeye çalışmakla mümkün olmayacaktır. Ülke ekonomisinin yarım bırakılan sanayileşmenin sağlayacağı imkânlara ihtiyacı vardır.

Elbette sanayileşmenin ihtiyaç duyacağı kurumsal yapıların oluşturulmasına ihtiyaç vardır.

Daha uzun soluklu, kurumları ve kurumsal kararları öne çıkartan ekonomi ve siyasi yönetime ihtiyaç vardır.

Sadece belli kesimlere gelir transfer yapmaya yarayan bir piyasa anlayışı bırakılarak, bunu ekonomideki kaynakları etkin ve verimli kullanımını sağlayacak bir araç olarak gören bir anlayışa ihtiyaç vardır.

Günümüz sanayileşmesinin temel dinamiklerinden biri olan bireysel yaratıcılıkları öne çıkartan özgür bir ortama ihtiyaç vardır.

Nihayetinde insanların yaratıcılıklarının besleyen özgür ortamın güvencesi olacak, adil işleyen bir hukuk sistemine ihtiyaç vardır.

cukurda-defineci-avi-540867-1.