Tekirdağ Çorlu’da 25 kişinin yaşamını yitirdiği tren katliamına ilişkin davaya bugün devam edilecek. Davanın avukatı Can Atalay, cezaevinden BirGün’e yazdı: “Davadaki sorumluluk ‘aşağı’dan değil ‘yukarı’dan başlıyor”.

Bir cinayet silahı olarak "özelleştirme": Çorlu’da kimler nasıl kollanıyor?
Fotoğraf: Depo Photos

Av. Ş. Can ATALAY
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).​

Türkiye’de 12 Eylül sonrası ilk emarelerini göstermeye başlayan ve Özal dönemi ile birlikte yaygınlaşıp nihayet AKP iktidarı döneminde zirvesine ulaşan neoliberal politikalar, bir bütün olarak kamu hizmeti olması gereken tüm alanlarda, “kamuculuğun” tasfiyesi ile sonuçlandı.

80’lerden bu yana kamu hizmeti anlayışı bir bütün olarak tasfiye edilir ve piyasalaştırılırken, demiryolu taşımacılığının özelleştirilmesi fikri de hep var olmuş, ancak bu fikri hayata geçirmek AKP’ye “kısmet olmuş” diyebiliriz.

Demiryolu altyapısının kurulması ve hatların bakım onarımı ile taşımacılık hizmeti Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana devlet tekelindeydi. Dolayısıyla TCDD, yalnızca demiryolu işletmeciliği yapan bir kurum değil, özgün bir örgütlenme anlayışı olan, kendi bünyesinde lokomotif, vagon üreten, kendisine bağlı sağlık, dinlenme vb. tesisleri, fabrikaları dahi olan dev bir yapı haline gelmişti.

AKP iktidarının TCDD’nin özelleştirilmesine ilişkin ilk adımları, TCDD’nin böyle bir dev yapı olmasını sağlayan bileşenlerinin tasfiye edilmesi ve yalnızca bir demiryolu işletmeciliği kurumuna dönmesine yönelik oldu. Liman işletmeleri elinden alındı, TCDD’ye ait meslek liseleri, basımevleri kapatıldı, hastaneleri tasfiye edildi. Hatta birçok noktada demiryolunun geçtiği arazilerin değerli olması nedeniyle altyapılar tahrip edilip bu alanlar imara açıldı.

2000’ler boyunca bu piyasalaştırma ve özelleştirme planı parça parça uygulandı. 2011 yılına geldiğimizde ise, TCDD’nin doğrudan demiryolu işletmeciliğine yönelik olmayan hiçbir bileşeni kalmamıştı.

2013 yılında yürürlüğe giren Demiryolu Ulaşımının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun ile birlikte, demiryolu taşımacılığı hizmetleri “rekabete dayalı esaslar” çerçevesinde yeniden yapılandırıldı ve kamu hizmeti anlayışı yerine sermaye - piyasa çıkarlarını gözeten işletme modelleri esas alındı.

Tüm bunlar, TCDD’nin kurumsal yapısının darmadağın olmasına, birimler arası koordinasyonun tümüyle yok olmasına ve meydana gelen katliamlarda sorumluluktan kaçmanın, altyapı üstyapı dengesizliğinin müthiş bir boyuta varmasına yol açtı.

İşte Çorlu Tren Katliamı’na giden yolun taşları böyle döşendi. Daha önce de anlattık, adalet yolunda bıkmadan usanmadan anlatmayı sürdüreceğiz.

KİMLER YARGILANDI?

8 Temmuz 2018 tarihinde, TCDD’ye ait Uzunköprü-Halkalı seferini yapan trenin raydan çıkması sonucunda 25 yurttaşımız katledildi ve 340 yurttaşımız yaralandı.

Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada, şüpheli isimleri dahi tespit edilmeden “siyasetçiler, bürokratlar ve TCDD’nin üst düzey sorumluları” hakkında 19 Şubat 2019 tarihinde hızlıca “Kovuşturmaya yer olmadığına” dair karar verildi. Bir kısım TCDD yöneticisi şüpheliler hakkında ise dosya tefrik edildi. Yani ayrıldı, tanım yerinde ise kamuoyu ilgisi azalıncaya kadar bekleme odasına alındı. Sanıklar; Halkalı 14. Demiryolu Bakım Müdürü Turgut Kurt, Çerkezköy Yol Bakım ve Onarım Şefi Özkan Polat, Köprüler Şefi Çetin Yıldırım, Hat Bakım Onarım Memuru Celaleddin Çabuk hakkında ise “taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma” suçundan dava açıldı.

Ortalama bir hukuk devletinde, böylesi göz göre göre gelen ölümler, daha açık ifadesi ile birlikte, bir katliama ilişkin gerçekleştirilen yargılamada tüm üst düzey sorumluların –en azından- görevlerinden uzaklaştırılmaları soruşturmanın bu şüphelilerin etkisinden uzak, sağlıklı sürdürülmesi ve nihayetinde sanık sandalyesine oturmaları gerekir değil mi?

Oysa sanık sandalyesinde oturan dört kişi, böyle bir dosyada olabilecek en alt düzey sorumlulardı. Peki, kimler yargılandı dersiniz?

Katliamda oğlunu ve eşini kaybeden Mısra Öz “kamu görevlisine hakaret” nedeniyle yargılandı.

Gazeteci Rıfat Doğan hakkında duruşma salonunda ses ve görüntü aldığı gerekçesiyle dava açıldı.

Davayı ilk günden beri takip eden Gazeteci Mustafa Hoş hakkında, Çorlu Tren Katliamı ile ilgili olarak yazdığı ‘Ölüm Treni’ kitabında, savcılık işlemlerini eleştirdiği için bizzat soruşturma savcısı tarafından tazminat davası açıldı ve tazminata hükmedildi.

“Siyasetçiler, bürokratlar ve üst düzey yöneticilerle” ilgili olarak verilen takipsizlik kararına karşı AYM’ye bireysel başvuru yapılmış ve bu başvuru sonrasında AYM önünde bir basın açıklaması yapılmıştı. Bu basın açıklaması nedeniyle de 3’ü avukat olmak üzere 7 kişiye 2911 sayılı yasaya muhalefet nedeniyle dava açıldı.

Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer’in duruşma sırasında ses ve görüntü kaydı aldığı gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatıldı ve bu gerekçeyle dokunulmazlığının kaldırılması için Meclis’e fezleke gönderildi.

Türkiye’de gerçekleşen sosyal cinayetlere ilişkin yargılamalarda hep gördüğümüz cezasızlık pratiği ve kamu görevlileri için oluşturulan koruma kalkanı, Çorlu davasında kendisini bu denli açık bir şekilde gösterdi.

MÜCADELENİN SONUCU

Nihayet 8 Eylül 2022 tarihinde, TCDD 1. Bölge Müdürlüğü yetkililerinin şüpheli olduğu soruşturma dosyasında, sorumluluğu tespit eden bilirkişi raporundan bir buçuk sene sonra iddianame düzenlenebildi. Bu iddianamenin düzenlenebilmesi için ise -belki de Türkiye tarihinde ilk kez- bir ağır ceza mahkemesinin, görevini yerine getirmeyen savcı hakkında gerçekleştirilen suç duyurusunu kabul etmesi gerekti.

İddianamede, 1. Bölge Müdürü Nihat Aslan, 1. Bölge Müdür Yardımcısı Levent Muammer Meriçli ve 1. Bölge Müdür Vekili ve Yol Müdürü Mümin Karasu’nun da aralarında bulunduğu 9 kişi hakkında “taksirle ölüme ve yaralamaya sebebiyet verme” suçlarından dava açıldı. Mümin Karasu’nun durumunu diğer sanıklardan ayıran ise, bir tek onun hakkında bilinçli taksirden ceza istenmiş olmasıydı.

Mümin Karasu, 5 Ekim 2022 tarihli duruşmaya SEGBİS ile katılmak istediğine dair bir dilekçe verdi.

Mümin Karasu’nun anılan dilekçeye rağmen diğer sanıklar ve aileler varken sorgu vermemek için duruşmaya katılmayışı, dosyada yargılamayı başından itibaren sürdüren ve dosyanın niteliği gereği Mümin Karasu’nun diyecekleri yahut demeyeceklerinin öneminin farkında olan Mahkeme Heyeti 5 Ekim 2022 tarihinde duruşmaya mazeretsiz olarak iştirak etmemesi nedeniyle hakkında kaçma şüphesini uyandıran somut olgular bulunması gerekçesi ile Mümin Karasu’nun tutuklanmasına karar verdi.

Mümin Karasu 5 gün arandı, bulunamadı. Kuvvetle muhtemel ki yüksek mevkilerdeki “cürümleri” ile (eskiler aynı davada yargılandıklarına böyle hitap eder) gerekli gördüğü görüşmeleri yaptı. Yine ihtimaldir ki bu görüşmeler sonucunda ve bu görüşmelere dayanarak bulundu!

Mümin Karasu ismi, TCDD çalışanları arasında hem kendisinin önemi ama daha çok da başta Çorlu olmak üzere TCDD 1. Bölge’de yol güvenliğinin nasıl “asli” bir mesele olmaktan “ikincil” bir bahis derecesine indirilmesini en yakından bilen, en güzel (!) anlatabilecek kişilerden biri, hatta en önemlisi olarak konuşuluyor. Tam 4,5 yıldır...

Çorlu’da yakınlarını kaybeden ailelerin kararlı ve ısrarlı mücadelesi sonucunda yıllar sonra bir “ek iddianame” kazanılabildi. İddianamede de hakkında (olası kasıtla insan öldürmek değil ama) daha ağır bir cezayı gerektiren “bilinçli taksir”le cezalandırılması istenilen, istenilmek mecburiyetinde kalan Mümin Karasu söyledikleri ve söylemedikleri ile gerçek ve üst düzey sorumlular açısından sanık Mümin Karasu daha da bir önem kazanıyor.

10 Ekim 2022 tarihinde tutuklanan Mümin Karasu 45 gün sonra yargılamayı sürdüren Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin değil, avukatının tutukluluğa itiraz usulü sonucunda Çorlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kendisinin bizzat teslim olması karşısında kaçak durumda bulunmadığı gerekçeli kararı ile cezaevinden salıverilmiştir.

SORUMLULUK ‘YUKARI’DA

Çorlu Davası’ndaki sorumluluk “aşağı”dan değil “yukarı”dan başlıyor. Soruşturmanın en başından beri bu durum çok açık. Bizim ısrarla eleştirdiğimiz bilirkişi raporunun 16. sayfasında dahi bu husus çok açık bir biçimde saptanıyor, yalnızca isimler sıralanmıyor, sıralanamıyor...

Gün geliyor, adalette ısrar edenler davalarında ısrar ettikçe; davalarında ısrar ettikleri için yıllarca havanda su dövenler TCDD’den “şu, şu, şu görevleri yapanların isimlerini bildir” demeye mecbur kalıyor.

Ve sıkı durun, bu soruya nasıl yanıt verileceği dosya şüphelilerin de katılımı ile Fenerbahçe TCDD Sosyal Tesisleri’nde yapılan bir toplantıda belirleniyor!

O toplantıda -artık- sanık olacağı kesinleşenlere falanca meşhur avukat ile anlaşacağız diye tutulmayan sözler veriliyor.

Çorlu Davası duruşma salonunda bir tek duruşmayı bile takip eden, bizzat köprüler müdürünün 25 insana mezar olan menfez ile aynı durumda “300’e yakın” köprü ve menfez olduğunu, bunun bir savunma (!) olarak ifade edildiğini bilir.

Mümin Karasu’nun sorgusu, ona doğrudan soru sorulması bu yüzden önemliydi. Karasu’nun duruşmaya katılması, katılmaması, hakkında uygulanan “tedbir” ve bu “tedbir” sonrası gözümüzün önünde ve gözlerimizin içine baka baka yapılanların anlamı ve önemi onun anlattıklarından çok anlatmadıklarındandır. Ama eğer “hukuk devleti”nin en asgari standartlarını dahi kazanırsak kimin ne anlatmadığının da pek bir önemi kalmayacaktır.