Aslında mesele ilk Fenerbahçe ile başlamadı. Önce belediye ihalelerinin dağıtılma süreciyle ilgili söylentiler filizlenmişti, hem de on yıldır. Büyükşehir belediyelerinden ihale alabilmek için kimi toplantıların müdavimi olmak gerektiği, mümkünse şirket sahiplerinin eşlerinin ‘hanım sohbetlerinde’ boy göstermelerinin kocalarının işlerinin açılmasını sağladığına dair ‘şehir efsaneleri’ dolaşıma girdi.

Sadece Zaman gazetesine abone olmanın hatta günde yirmi elli gazeteye abone olmanın yetmediği konuşulur oldu o aralar. İş sadece ihale almak, devletten iş koparmakla da kalmıyordu. Atamalar, nakiller, sözleşmeli personel olarak iş bulmalar, TOKİ’ den münasip şartlarda ev bark sahibi olmak için, o her kimse ‘cemaate yakın olduğu bilinen’ bir tanıdık bulmanın  şart olduğu konuşulur olmaya başladı.

Öyle kesin bir tarih vermek mümkün değil. Yavaş yavaş gelişti bu süreç. Hadi canım abartıyorsun, ne gerek var bence senin işin zaten olacakmış tepkisinden, tamam belki sen öyle götürüyorsun işleri ama bak ben hiç o tip bağlantılar kurmuyorum ve işlerim yine de yürüyor noktasına ne zaman gelindiği pek belli değil. Dahası cemaat onaylamadan hiçbir iş olmaz yargısının da tam olarak ne zaman yerleştiği de pek belli değil.

Ama Fenerbahçe ile bu son yargı kesinleşti ve örtük sır, açık sırra dönüştü.

Açık sır, herkesin bildiği ama dile getirmek istemediği yargıların adıdır. Tıpkı kurulduğundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti devletinin her koşul ve zamanda asli düşmanlarının ‘komünist’ genellemesi altında solcu, Kürt, Alevi ve Ermeniler olduğu açık sırrı gibi. Büyük harfle Devlet, kurulduğu andan bu yana hangi iktidar tarafından yönetilirse yönetilsin bu açık sır temelinde ‘iş görmüştür’ ya, işte Cemaat günümüzün açık sırrı haline gelmiştir.

İşe mi gireceksin, Cemaat’in onayı lazım, ihale mi alacaksın Cemaat ne diyor sana, doçentliğe mi başvuracaksın var mı Cemaat’ten desteğin, Rektör mü olacaksın Cemaat sana sıcak bakıyor mu?

Özellikle üniversite yöneticilerinin ve akademik yükseltmelerin Cemaat ile olan ilişkinin niteliğine bağlı olduğu artık yaygın olarak kabul ediliyor. Benim de kadrosunda olduğum Gazi Üniversitesi’nde önümüzdeki ay Rektörlük seçimi var. Adayların çoğu propagandalarını Cemaat’in onayıyla aday oldukları üzerine inşa etmiş durumdalar. İşin ilginç yanı oy verecek öğretim üyelerinin de neredeyse hangi adayın gerçekten Cemaat tarafından desteklendiğini bulmak için çaba harcıyor olmaları. Daha ilginci ise bazı adayların yine o her kimse Cemaat’e yakın biriyle ilişkiye geçmek ve kendisini tanıtmak için uğraş veriyor olmaları.

Bu ruh hali memleketin tümünü kaplamış durumda. Öyle ki  hastanede taşeron şirket üzerinden güvencesiz olarak temizlik işçisi olmaya çalışan da Cemaat desteği arıyor, o hastanenin bağlı olduğu üniversiteye rektör olmak isteyen de Cemaat’in lütfuna mahzar olmayı umuyor.

Bu açık sır öylesine güçlü bir yargıya ve önkabüle ulaştı ki, zamanımızın o yegane güçlüsü RT Erdoğan’ın bile Cemaat’e diş geçiremediği, örneğin Emniyet ve Yargı’nın Erdoğan’a değil Cemaat’e bağlı olduğuna inanılıyor.

Bu yargının Fenerbahçe ile tepe noktasına ulaşmasına yönelik çözümlemeler bile Cemaat’in kadiri mutlak olarak görüldüğünün kanıtı. Tıpkı bir zamanlar Hürriyet gazetesinin  Kemalist Devlet’in yarı resmi yayın organı olduğu yargısı gibi Fenerbahçe’nin de Kemalist Devlet’in yarı resmi futbol takımı olduğu yargısıyla çözümlemeler yapılıyor davaya ilişkin.

Böylece o meşhur ‘şüyuu vukuundan beter’ sözü yinelenmiş oldu.  Cemaat artık Türkiye’de köprünün başında duran Deli Dumrul olmuş durumda. Ona sormadan, onayını almadan bir çöpün yerinin değiştirilemeyeceği kanısının yerleştiği bir ülke oldu Türkiye.

Bu yargının gücünü asıl artıran ise F. Gülen dışında hiç kimsenin Cemaat’in neyi olduğu, konumu, ünvanı, yetkisi ve sorumluluğunun ne olduğunun resmi olarak kabul edilmemesi ya da bilinmemesi. Cemaat’in bu özelliği onun ‘doğu’ tipi değil tersine ‘modernist’ bir ‘kült grup’ olduğunu kanıtlıyor. Sıradan bir Cemaat mensubunun bu Deli Dumrul halinden keyif aldığı da anlaşılıyor. Dahası köşe yazarından sokaktaki adama çoğu insan kendisinin Cemaat mensubu olduğunu ima ederek iş görüyor.

Haftaya bu ‘kült grup’ kavramı ve sıradan bir Cemaat üyesinin kibirli kuşkusuyla devam edelim.

Not: Geçen hafta köşemde çıkan not için gazetedeki aslanlara (!) teşekkür ederim. Bakalım  süper kupadan sonra ne yazacaklar?