Vapurda karşıma on sekiz yaşlarında bir genç oturdu. Hava su derken bir sohbete dalıverdik.

“Ben” dedi. “Delikanlı adamım. Hayatta en önem verdiğim şey budur.”

Gülümsedim ve “Elbette delikanlısın. Gencecik çocuksun” dedim.


“Hayır abi, o anlamda değil” dedi. “Ben mertlik anlamıyla, dürüstlük ve harbilik anlamıyla delikanlıyım.”

Onu sessizce süzdüm. “Demek sen laf olsun diye söyleneni değil de “gerçek” delikanlılığı kast ediyorsun. O iş o kadar kolay değil vallahi. ‘Mertlik, dürüstlük, harbilik’ anlamında bir delikanlı olabilir misin, gerçekten?” diye sordum.

“Evelallah abi, sorulur mu bu?” dedi.

“O zaman şöyle sorayım. Farz et ki kız kardeşin bir gence âşık oldu. Farz et ki bunlar seviştiler. Aile bu durumu haber aldı. Ne yaparsın?”

“Çeker ikisini de vururum” dedi.

“Peki” dedim. “İkisini birden vurmasan da, onlara bir şans versen. Birbirlerini gerçekten seviyorlarsa evlenmelerini, sevmiyorlarsa da yollarını dostça ayırmalarını filan sağlasan.”

“Abi o zaman delikanlı olmam, pezevenk olurum. Öyle bir şey yaparsam nasıl çıkarım insanların karşısına?”

“Bence o zaman gerçek delikanlı olursun. Geleneklerin suçlu ilan ettiği iki insanın infaz memuru olup, üç beş yıl hapis yatmak kolay. Ama tüm topluma karşı çıkıp, kız kardeşini ve o oğlanı korumak; asıl bu cesaret isteyen şey değil mi? Asıl delikanlılık bu değil mi? Kardeşini ve sevgilisini vurunca, seni tutuklayan polis dahil herkes sırtını sıvazlayacak. Oysa bunun tersini yaparsan, herkes sana “pezevenk” diyecek. Toplum seni küçümseyecek belki ama doğru olanı yapmış olacaksın. Hangisi daha zor?”

“Anlamadım abi bunu” dedi.

“Bak şimdi. Ben üniversitede okurken milliyetçi çocuklar gelir bildiri okurdu. Sonra dinci çoçuklar gelir bildiri okurdu. Her iki grubun da tuzu kuruydu. Çünkü her iki gruba da polis hiçbir şey yapmazdı. Bunlar polisin kolunun kanadının arkasına sığınır, herkese tepeden bakarlardı... Ama ne zaman bir grup solcu genç çıkıp en ufak bir bildiri okusa; polisler her yerden fırlayıp bunları dövmeye başlardı. Şimdi sence kim delikanlı? Babasının arkasına sığınıp arkadaşlarına laf eden sağcılar mı; dövüleceklerini bile bile herkesin menfaatine bir konuyu dile getiren solcular mı?”

“Abi şimdi öyle diyosun da, ben de milliyetçi bir adamım. Yani bana ‘delikanlı değil’ filan dedirtmem. Ayıp oluyor abi.”

“Sesinin tonu nasıl değişiverdi” dedim. “Oysa senin baban olacak yaştayım. Şurada da tatlı tatlı konuşuyoruz. Ama birden sesinin tonu değişiyor. Ben biraz üstelesem bana el kaldımaya kalkarsın. Hadi buyur kaldır. Kavga çıksın. Sana bir öneri getireyim; bana vururken ‘Sus ulan pis PKK’lı’ diye de bağır. Emin ol ki, on kişi daha gelir ve beni burada linç edersiniz. Hatta öldürür, denize atarsınız. Doğru mu? Allah aşkına yanıt ver, böyle olmaz mı bu iş?”

“Olur abi. Aynen böyle söylediğin gibi olur.”

“Şimdi söyle bana. Senin arkanda böyle bir güç var. Benim arkamda hiç kimse yok. Ben yine de düşündüklerimden bir milim geri gitmiyorum. Sense doğduğun günden beri hep başkalarının gücünü alarak efeleniyorsun. Doğduğun gün sana ne söylenmişse onu doğru kabul etmişsin. Babasının tuttuğu takımı tutan çocuklar gibi, hiç yorum yapmamış, hiç karşı çıkmamışsın. Hep suyun aktığı yöne gitmişsin. Sence hangimiz daha delikanlıyız?”

“Abi sen şimdi beni kızdırmaya çalışıyorsun ama ben namuslu bir insanım. Sözümün eriyim. Mert biriyim ben.”

“Biliyorum ama her şey bu çarptırılmış delikanlılık teriminden çıkıyor. Derslerini çalışmayıp, kendini serseriliğe vuran biri, çıkıp bir aydını sırtından vuruyor. Bunu yapınca bir anda “âlemin en büyük delikanlısı” ilan ediliyor. Bu âlem nasıl bir alem, bir düşünsene... Delikanlı kim? Sırttan vuran sünepe mi; bir gün sırtından vurulacağını bile bile doğru bildiğinden şaşmayan o yüce çınar mı? Hangisi ‘harbi’ delikanlı?

Senin delikanlılık dediğin güçlü olanın haklı sayılması; benim delikanlılıktan anladığım haklının güçlü olması. Hadi buyur bakalım. Nasıl çıkacağız bu işin içinden? Nasıl tartacağız bunları?”

Bir süre sustu. Neden sonra “Çok karıştırdın be abi... Zor bu iş” dedi.

Güldüm. “En başta söylemiştim sana” dedim. “Delikanlı olmak kolay değil.”

Sonra cılız omuzlarına dostça dokundum, delikanlı adayının:

“Ama bir kez denersen göreceksin. Sanıldığı kadar zor da değil. Yeter ki dene. Yeter ki dene güzel kardeşim; ne olur, bir kez olsun dene...”

Not: Bu yazı 10 yıl önce BirGün gazetesinde yayımlanmıştır.