Öğretmen Ali’ye sormuş; “Söyle bakalım Ali, ikiyüzlü kime denir?”

Ali: “Okula gülerek gelene denir öğretmenim.” 

İlgi, alaka, merak… İnsanları en çok meşgul eden olgular olması gerekirken neden kimi coğrafyalarda tedirgin edici ve ürkütücü olgular olmuştur.

“Fazla merak iyi değildir. Her kes kendi işine baksın!.Kediyi öldüren meraktır. Durup dururken icat çıkarma. Burnunu sokma! Uzak dur!”

Bu ve benzeri cümleler size çok mu yabancı geliyor?

Hadi hadi, aşina olmadığınızı sakın söylemeyin, inandırıcı olmuyor zira..

Çevrenizde sorun mu var? Sorun yumağı bir ortamda mı yaşıyorsunuz?

Bilin ki o ortamda; ilgisizlik, merak duymama, kafa yormama hali mevcuttur.

Dante’nin cehennemine kimler gider? Tabiki, kokmaz, bulaşmaz ‘iyi insanlar’..

Hem iyi insan olmak, hem de Dante’nin cehenneminden uzak durmanın yolu ise ancak; merak etmek, öğrenmek, tartışmak, yorumlamak ve sonuca varmaktan geçiyor.

Hal böyle iken başta Ali olmak üzere neden çocukların çoğu okula gitmekten korkar ve imtina eder. Neden okul denince akla; dayak korkusu, not korkusu, sınıfta kalma korkusu, andımızı yüksek sesle okumadın korkusu, “okulun bilmem ne ihtiyacı için para ver!” korkusu, süt korkusu, vs vs gelir?

Zor ve zorbalığın kol gezdiği yerde, korku baş köşededir. Korkunun olduğu yerde ise özgür eğitim ve öğretim olamaz. Bunu bile bile yaşıyoruz. Sanki gördüğümüz bir rüya.

Yoksa riya mı?

“Riyatabirleri.net, uluslararası uyandırma servisi” adlı siteden bir alıntı;

  “İnsanlığın dörtte birinin gözden çıkarıldığı, öbür dörtte birinin ağır, pis ya da sıkıcı işleri yaptırmak üzere kenarda bulundurulduğu, yüzde beşin, aklına esen her şeyi alsa, yese içse tüketemeyeceği servetini daha da çoğaltmak için türlü dalavera çevirdiği, çoğunluğun, başkaldırmak yerine zalimin zorbanın artığından pay almaya çabaladığı, feci bir dünyada yaşıyoruz. Bazımız farkında bile değil; onun gezip dolaştığı yerlerden "ötekiler" görünmüyor. Çoğumuz farkındayız; "ben"liğimize öylesine sarılmışız ki, başkalarına sarılmaya elimiz kolumuz halimiz kalmamış. Bugünün hayatı, riya üzerine kurulu.”  

Gördüğümüz bir rüya mı, yoksa riya mı? 

·Derin devletin kötüsünü Silivri’de, iyisini Yenipazar’da tutmak. (doğal olarak her iki cenahta da farklı muamele uygulanır.)

 

·Asker darbeden konuşur, maluma bok atarsa “tu kaka” deyip karşısında, köşe yazarlarına sert çıkar posta atarsa “fantastiko!” deyip arkasında durmak.

 

·Piyasacı olup da piyasanın aktörlerine (kredilendirme kurumları gibi) “sen kimsin?” demek.

·Komşuda iç savaşı körüklerken içeride savaş baronları icat etmek.

·Sarkozy’e sittiri çekerken, Berlusconi’ye kucak açmak, Obama’nın k…nı öpmek.

·İdam edilenler için gözyaşı dökerken, “onlara acımayın” diyen Özal’a tapmak.

 

Uzar gider bu liste, zira utanmaz bir usta var karşımızda ve Neruda’nın dediği gibi;

“İnsanlarla yüzyüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin.»

 

 

Herkesin, ‘maskeleri tanıyan ayna’ konumunda olmasını bekleyemeyiz elbette.

Gölgelere ışık serpme işlevimiz dururken kimseye de gönül koyacak halimiz yoktur.

Küçük bir sitem belki, bir umut, Yunus (Emre) dörtlüğünce ancak;

Bir lahza olursun Ruşen, bir dem yürürsün perişan,

Âlemlere nam ü nişan, derde esir, dermandasın.
Bir dem abid, bir dem zahid, bir dem asi, bir dem muti,
Bir dem gelir ki ey gönül, ne dinde, ne imandasın
.”

O dem gelir ki, korku cephe değiştirir..