Her deprem bölgesinin özgün yanları vardır. Ancak deprem ile karşılaşılan insanların tepkilerindeki ortak duygular ve tepkiler bölgesel farklılıkları kaldırıyor.

Bir deprem, bir il ve birden fazla görüntü*

Kuvvet Lordoğlu

Deprem haberleri üzüntü sıkıntı, kaygı doludur. Duyduğunuz anda bir şey yapmak ihtiyacı hissedersiniz. 6 Şubat sabahı bu haberle uyandığınız zaman bazılarımızın ilk aklına gelen soru, yer ve depremin gücü hakkında bilgiye ulaşmaktı.

1999 Marmara Depremi’ni yaşamış ve kurtarma faaliyetlerine AKUT içinde katılmış bir kişi iseniz, süratle etraftan ne yapılacağını ve oraya nasıl intikal edileceğini öğrenme süreciniz başlar. Bu benim de ilk etapta duyduğum kaygı, acı ve hüzünle karışık bir ruh hali idi.

Bu kısa yazı deprem bölgesinde geçen dört günün kısa bir değerlendirilmesi ve yakın zamanda bölgeye gidebilecek insanlara karşılaşabileceklerini önceden gösterme amacı ile kaleme alındı. Elbette her deprem bölgesinin özgün yanları vardır. Ancak deprem ile karşılaşılan insanların tepkilerindeki ortak duygular ve tepkiler bölgesel farklılıkları kaldırıyor.

Gidilen bölgeye götürülen teknik ve gıda malzemelerinin hızlı intikali için karayolunu tercih ettik. Depremin vurucu etkilerinin yaşandığı Kahramanmaraş’a ulaşmak ve benzin alabilmek için uzun sıralar beklendi. Bütün bunlardan sonra, on beş saatlik bir yolculuk ile il merkezine ulaşıldı. Özellikle Adana sonrası yıkılan binalar ve köy evlerinin ortak özelliği; düz arazi içinde yapılmış binalar oldu. Küçük tepelere doğru yapılan binalarda hasar oluşmamıştı. Hatta şehrin içine girmeden uzaktan kent merkezinde olağan dışı bir durum yokmuş hissine bile kapıldık. Kentin içine girince karşılaşılan, görünenin tam tersi oldu.

Gözünüzde canlandırabilmek için karşılaştığımız bu durumu fotoğraflamaya çalışacağım: Yıkılan binaların arasında müthiş bir araç ve insan kalabalığı var.

Burada hareketsiz duranlar,

Koşanlar,

Kepçelerin gürültüsü,

Toz bulutu,

Enkaz üzerinde dolaşanlar,

Enkazdan ses geldiğini duyunca sizi o yöne çekmek için yalvaranlar,

Elleri ile taşları ve molozları kaldıranlar,

Yemek ikram edenler,

Su verenler ve

Vinçlerin, kepçelerin kulak sağır eden hırıltılı motor sesleri,

Varillerin başında ateşin ısısı ile kendini ısıtanlar,

Telefonu ile haber vermeye çalışanlar,

Jeneratörlerin sesleri…

Bütün bunların bir veya bir kaç yıkıntı etrafında olsa belki sizi etkilemesi daha az olacaktı. Ama gittiğiniz her enkaz benzer bir görüntüyü veriyordu. Bu kaotik durum… İlk kez deprem alanında iseniz sizi bir anda içine alır.

Yıkıntının altından çıkan kadın ve çocuklar:

Umudun pembesi anne kazağına yapışmış minik eller ile en insani yardımlaşma ve merak duygularıyla etrafımızı saran kalabalık… Bu hayatta kalmaktan belki de utanan kalabalığın, cesedi korumak için battaniyeden yaptıkları siperler ve yok oluşun sembolü “ölüm torbasına” aktarılış!
Kanaatim şu ki; bu işlemin onlarca kere tekrarlanması, arama ve kurtarma yapan insanları alıştırması şaşırtıcı olmuyor desem de, insan kendi ile baş başa kaldığında belki düşünmemeye de alışıyor.

Bir süre sonra kentin eski mahallelerinin çok fazla tahrip olduğu ve buralarda oturanların da alt gelir grubuna dahil insanlar olduğu anlaşılıyor.

Böyle bir araştırma var mı bilmiyorum? “Gelir ne kadar düşük olursa yardımlaşma ve dayanışmanın o ölçüde yüksek olduğuna” ilişkin.

Ancak bu durumu fiilen görmek ve anlamak da bir başka akıl tutulması idi. Bu alt gelir grubuna ait alanda bizim tarafımızdan yapılan herhangi bir istek tereddütsüz hemen yerine getirildi.

Mahalle aralarında kazanlar kuruldu,

Çorba ekmek ve su dağıtımı bütün gün ve gece devam etti,

Yakılan sobalara odun taşındı,

Benzin bulundu,

Jeneratörler çalıştırıldı.

Bütün bu işler Suriyeli, Kürt, Türk, ayırımı olmadan yapıldı ve yapılmaya devam ediyor şu sıralar. Böyle bir dayanışma için herkesi ilgilendiren bir afetin ortaya çıkması mı gerekiyordu? Bu konunun sosyal psikolojinin ilgi alanı içinde olduğunu düşünüyorum. Galiba bu yardımlaşma ve karşılıksız destek sunmak o toplumun içinden gelen ve hızla yaygınlaşan, kültürel ögeleri içinde barındıran bir olgu. Depremin izleri silindikten sonra kalmadığı ne yazık ki geçmişte de görüldü.

Bu deprem sonrasında tartışılacak en önemli konulardan biri de deprem bölgelerinde devletin desteği ve yardımının bulunmaması olacak.

Biz neler gördük bu dört günde?

Buyurgan ve otoriter devletin her zaman olduğu gibi var olduğunu,

Ama destekleyen, yardımsever, liyakate önem veren devletin olmadığına orada tanık olduk hepimiz!

Alevi köylerinin deprem sonrası barınma ve ısınma sorunları çözülmemiş iken öncelik şehirlerde diyen yöneticilerin olduğu devleti gördük.

Bir bakana ben bu işlerin altından kalkar ve düzenlerim diyen ve bunu gece gündüz uyumadan ispat eden yöneticinin görüşleri dikkate alınmadığı için oradan ayrıldığını gördük.

Azerbaycan kurtarma ekibinin elindeki bol olan çadırların köylere değil cemaatlere dağıtılmak istendiğini gördük.

Muhtar odalarının gıda ile dolu olduğunu, ancak vatandaşlarının bunları alıp saklayabilecek yerleri olmadığı için orada beklediğini gördük.

Yabancı ekiplerin son derece koordineli ve üç vardiya halinde çalıştığını, kendi mutfaklarını kurduğunu gördük.

AFAD il merkezinin bile tahrip olduğu binalar zincirinin gelen yerli arama kurtarma ekiplerine tahsis edilmesini şaşkınla gördük.

Yardımların toplandığı büyük salonların tam bir keşmekeş içinde isteyenin istediği malı toplayıp götürdüğünü gördük.

Kendini mutlak ve güçlü görmek isteyen bir devletin vatandaşı için sadece korku endişe kaynağı olduğunu gördük.

Bölge halkının kurtuluş savaşı esnasında mücadelesi onlara “kahraman” madalyası kazandırmıştı. Başka hiç bir ilin böyle bir övüncü yoktur. Şimdi depremin yaralarını, yine bu kentin kahraman ve özverili insanları imece usulü ile milliyet farkı gözetmeden sarmaya çalışıyorlar. Bir el de siz onlara verin...

(*) Bu arama kurtarma faaliyeti Arama Kurtarma Dernekleri Federasyonu tarafından 8-12 Şubat tarihleri arasında Kahramanmaraş merkez ve köylerinde gerçekleştirilmiştir. Düzeltme için, Fatma Hasene’ye özel teşekkürlerimle.