Gezi farklı olanların birliğiydi. Farklı olanların ortak hedeflerde birleşmesi gerektiğini anlatıyordu. Siyasal tekliği değil çokluğu öngörüyordu.

Bir destan dolaşıyor siyasetin üstünde
Marksist sosyal bilimci David Harvey, çevrimiçi dersine Gezi Parkı yazılı bir tişörtle katıldı. (ACC)

Önce ağaçları sökmeye başladılar. Neden söküyorsunuz ağaçları çekip çıkarıyorsunuz köklerini topraktan? “Kışla yapacağız oraya, dediler, tarihi kışlayı yeniden inşa edeceğiz, altını alışveriş merkezi yapacağız, önünü arkasını sağını solunu betonlayıp güzel bir İstanbul olacak ki tıpkı öteki sokaklarda, İstiklal caddesinde, Yenikapı dolaylarında yaptığımız gibi. Yeşillendiririz kimse merak etmesin, artık kolay o işler, düz duvarlara bile bahçe yapılabiliyor, Taksim Meydanı’nı nasıl betonladık elbirliği ile, görmediniz mi, kötü mü oldu yani kocaman meydan işte kendini gösterdi” dediler.

Sonra gençler sökün ettiler kentin öteki mahallerinden öteki meydanlarından, sokaklarından, delikanlılar, genç kızlar nöbete durdular ağaçların etrafında. Biber gazıyla ilk harekâtta kırmızı giysili bir kadın çıktı gaz tüfeğiyle ortalığı gaza boğanların karşısına. Gazetelerin sayfalarında “Gezi’nin kırmızlı kadını” diye çıktı fotoğrafı, cümle âlem gördü, herkes sordu bu nasıl iştir. Ne oluyor orada, neden, nasıl oluyor, niye koşuyor bu insanlar Gezi’ye doğru? Yayıldı birden ne olduğu fısıltı gazetesiyle, sosyal medyanın megafonlarıyla; ne oluyor, ne olacak ağaçları kesiyorlar işte, parkı dümdüz edecekler ortasına da kışla konduracaklarmış. Gecenin karanlığında dizildi kepçeler ağaçlara doğru çevirip namlularını, sabah olsun yürüyecekler ordu gibi parkın yeşiline, ulu ağaçlarına doğru. Nasıl oldu, nasıl gelişti olaylar gazeteler yazdı ben de okudum, ama asıl ben kendisinden dinledim Kandıra’da, mahpus arkadaşım Sırrı Süreyya’dan: Dikilmiş ağaç düşmanı sökücü kepçelerin önüne, “ben İstanbul ikinci bölge vekiliyim Meclis’te, bu bölgenin vekiliyim yani, öyleyse bu ağaçların da vekiliyim” demiş, ne yaptığını bilmeyen kepçelere, “her birimiz, demiş sonra, bir ağacın önünde nöbet tutacağız geceleri ve her sabah kuşlara tekmil vereceğiz” diye de eklemiş.

Egemenlerin Gezi takıntısı

İşte o dakika başlamış hâlâ bitmeyen Gezi nöbeti, yayılmış her yere, her köşeye. Sonra işte herkes duydu, parkı insan seli kapladı, çadırlar kuruldu, Park doldu taştı, sokaklar, öteki meydanlar, öteki kentleri memleketin. Mayısın son haftası başlayan tüm haziran ayı boyunca süren, tartışmalı forumlarla, almanın ve vermenin serbest olduğu kütüphanesi, toplananlara çapulcu diyenlere, olup bitene gözlerini kapayan Penguen TV’lere inat yayın yapan “çapul radyosu”, müziği ve mizahı ile “komünü” başladı Gezi’nin. Önce şöyle anlatalım ki, toprağı, yeşili, ağacı korumak için içgüdüsel, kendiliğinden ama bastırılması güç bir hareket olarak kendini gösterdi son zamanların en demokratik, en meşru direnişi.

Nedir, ne oluyor sorusuna almaz gözlerle bakanlar, bir süre sonra savunulanın kendilerini çok ama çok yakından ilgilendirdiğini anladılar. Önce bir avuç genç ortaya çıkıp ağaçlara, parka, meydana sahip çıkınca, büyük çoğunluk açısından henüz net olmayan mücadele pratiğe dökülünce, gözle görülür hale gelince, pratiğin inandırıcılığı yığınları sardı; gittikçe genişleyen çoğunluk, Gezi’yi savunmanın kendi gerçek çıkarlarını, demokratik haklarını yansıttığını anladı. Bir süre sonra işin ekonomiyle siyasetle ilgisi ilişkisi kendisini gösterdi. Bu hızlı gelişmede egemen siyasetin Gezi’yle bu kadar yakından ve sert ilgisinin büyük payı var kuşkusuz, yani ilgi karşılıklıydı. Bir taraf ne kadar kendiliğinden barışçı, demokratik, doğacı ise karşı tarafın ilgisi de o kadar sert ve haşin oldu.

Gezi, ölümlerle, yaralılarla, ödenen bedellerle ve ama şimdilik kışla projelerinin gündemden kalkmasıyla sonuçlandı. Meydan yasağı ise sürüyor. Taksim hâlâ toplantılara mitinglere kapalıdır. Yasağın anlamsız olduğunu artık herkes biliyor. Yasak ya da yasaklar sürdükçe, yenileri eklendikçe Gezi de bitmez diyor şimdi o 2013 yılının Gezicileri. Gezi’nin bitmediğinin ikinci ve en sağlam kanıtı ise Gezi direnişçilerinin iki kez beraat etmelerine, AİHM kararlarına karşın haksız hukuksuz bir şekilde mahkûm edilmiş olmalarıdır. Aslında mahkûm edilenlerin egemenlerce hoş görülmeyen tutumları, eylemleri nedeniyle cezalandırıldıklarını da cümle âlem biliyor. Buradan da anlaşılıyor ki, Gezi, öncesi, şimdisi ve geleceği ile genişleyen hak hukuk mücadelesinin yasallığının, meşruiyetinin adıdır. Siyasete damgasını vuran siyaseti etkileyen ve daha da etkileyecek olandır. Bugün siyasal yaşamda yer alanlar, yer almaya çalışanlar, Gezi’nin kitlelerde derin bir iz bırakan ve gittikçe derinleşen etkisini hissediyor; onun ruhunun ağırlığı ile var olmaya çalışıyorlar. Son mahkûmiyet kararlarından sonra siyasi ya da ideolojik eğilimi ne olursa olun muhalif kanatta yer alanlar Gezi kararlarına karşı çıkmak gereğini duydular; bu da Gezi’nin süregelen etkisinin giderek yaygınlaştığının, genişlediğinin belirtisi, açık kanıtıdır.

David Harvey’in tişörtü

Peki, Gezi ne anlatıyordu, neden etkisi süreklilik kazandı? Öncelikle biz Gezicilerden ağaçları korumanın daha pek çok şeyi korumakla, savunmakla mümkün olduğunu öğrendik. Gezi’nin sürekliliğinin bir diğer kanıtı, başka yöntemlerde de kendini gösteriyor, siyasete nüfuz ediyor olmasıdır. Örneğin CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun başlattığı, Gezi’de bir araya gelen tüm kesimleri kapsayan uzun yürüyüş, Mersin’de toplanan yüzbinler, en son Maltepe’de “Her yer Taksim her yer direniş” diye bağıran ve hiç de “kuru” olmayan “kalabalık” bu sürekliliğin kanıtıdır. Gezi sürüyor çünkü talepler karşılanmamıştır. Gezi sürüyor çünkü ağırlaşan sorunlara karşı siyaset çözüm üretmekten çok uzaktır. Türkiye’de gerçeklerle arasındaki açıklık gittikçe büyüyen sanal gerçek değişmediği sürece de Gezi’nin hayaleti siyasetin üstünde dolaşmayı sürdürecektir.

Gezi ilk günlerinde ağaçları, yaşam tarzı özgürlüğünü ona sıkıca bağlı olarak laikliği savunan kitleler, forumlarda tartıştıkça ilk çıkışın ötesine geçtiler. Gezi’nin siyasallaşması, somut bir şekilde örgütlenmesi isteği de bu nedenle kabul görmedi; çünkü Gezi farklı olanların birliğiydi. Farklı olanların ortak hedeflerde birleşmesi gerektiğini anlatıyordu. Siyasal tekliği değil çokluğu öngörüyordu. Değişim isteyenler Gezi’de olduğu gibi farklılıkların amaca hizmet edecek birliğini bugün bu nedenle ısrarla savunuyorlar.

Gezi belki de bu özelliği nedeniyle başka ülkelerde de ilgiyle izlendi, izlenmekle kalmadı kimi ülkelerde değişim isteyenlere örnek oldu. Siyaset bilimcileri, sosyologlar Gezi’yi anlatan yorumlayan yazılar yazdılar, tezler geliştirdiler; o nedenle ünlü siyaset bilimci Marksizm araştırmalarıyla tanınan David Harvey mahkûm edilenlerle dayanışma için üzerinde “Gezi Parkı” yazılı tişört giydi. O tişört çok şey anlatıyor. Solun demokrasiye sahip çıkışını, enternasyonal zenginliğini, geleceğini, sınırlar aşan dayanışmanın önemini ve gücünü, kanıtlamak büyük laf olur ama önemini anlatmıyor mu?

***

Gezi olgunlaştı, neşesini yitirmedi ama artık şakası olmayan bir geleceğin gerektirdiği ciddiyetle zenginleşti. O neşeyi de, umudu da, ciddiyeti de Gezi’nin bedelini şimdi Silivri’de Bakırköy’de ödeyenlerde görüyoruz.

Onlarla tanışma fırsatım, şansım olmadı ama aralarında nerede bir hukuksuzluk varsa oraya koşan, tarikat yurdunda yanan 11 kız çocuğunun, Soma’da patronların kâr hırsına kurban edilen 301 madencinin, Çorlu Tren Katliamı’nda ölenlerin avukatı, benim de, bizim de Cumhuriyet davasında yanımda, yanımızda duran sevgili Can Atalay’ı yakından tanırım. Kuşaklar boyu mücadeleyi bırakmamış bir ailenin çocuğudur o. Mücadelede sürekliliğin canlı kanıtı, örneğidir.

Gezi biter mi sorusu da işte bu nedenle anlamsızdır. Destandır Gezi, biter mi hiç…