Çubuk’taki linç girişiminin vahametini anlamak için sadece şu karşılaştırmalar yeterli; suç oluşturmayan eleştirel tweetleri nedeniyle gazeteci yazar Mustafa Sönmez’in sabaha karşı gözaltına alınması ve Gar Katliamı sonrası henüz yaralılar hastaneye götürülmeye çalışılıyorken yapılan biber gazlı müdahale. Soma anmasından tutun, Cumartesi Anneleri’nin toplantılarına kadar barışçıl protestolara uygulanan şiddetli müdahale. En son Küçükçekmece’deki çocuk istismarını tek başına […]

Çubuk’taki linç girişiminin vahametini anlamak için sadece şu karşılaştırmalar yeterli; suç oluşturmayan eleştirel tweetleri nedeniyle gazeteci yazar Mustafa Sönmez’in sabaha karşı gözaltına alınması ve Gar Katliamı sonrası henüz yaralılar hastaneye götürülmeye çalışılıyorken yapılan biber gazlı müdahale. Soma anmasından tutun, Cumartesi Anneleri’nin toplantılarına kadar barışçıl protestolara uygulanan şiddetli müdahale. En son Küçükçekmece’deki çocuk istismarını tek başına oturarak protesto etmek isterken gözaltına alınan yurttaşımız… Böyle yüzlerce örnek verilebilir.

Çubuk linç girişimini diğerlerinden asıl ayırt eden ise; asgari mantık, vicdan ve hukuk bilgisine sahip birisinin moda deyimle ‘amasız fakatsız’ kınaması gereken bu saldırıyı iktidarın siyaseten sahiplenmesi, hatta buradan bir “kahramanlık hikayesi” çıkarmaya çalışmasıdır. Neo-MC koalisyonunun bu tutumu, linç girişiminin önceden planlanmış olup olmadığını da önemsiz hale getirmiştir. Sadece, saatler süren saldırıya gösterilen şefkat nedeniyle değil, sonrasındaki fırsatçılıkları da Çubuk Lincine böyle yaklaşmamızı gerektirir. Hatta artık doğrudan devlet tarafından planlanmış bir linç girişimi gibi değerlendirebiliriz. Kriminal bir geçmişi de olduğu iddia edilen saldırganın kahramanlaştırılmasına verilen siyasi destek ve yargının göz yumması, suçun neredeyse lince uğrayanlara yıkılması, etkin bir soruşturma yürütülmemesi artık Çubuk Lincini “Bir Devlet Linci” niteliğine büründürmüştür.

Bahçeli ve Soylu “tuhaf” açıklamalarını yapıncaya kadar, koalisyon cenahından insan olmanın asgari refleksi ile yapılan eleştirel açıklamalar, Erdoğan’ın da konumunu linçten yana alması ile yerini saldırıya uğrayanların suçlanması şeklindeki “psikolojik harp” tekniğine bıraktı. Bu tutumu en “tuhaf” açıklamalardan birisini yapan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’nın sözlerinde görebiliriz.

“Ülkemizde protesto hakkı anayasal koruma altındadır. Ancak CHP Genel Başkanı’nı seçim döneminde kullandığı dil ve kurduğu ittifaklar sebebiyle protesto eden vatandaşlarımıza terörist muamelesi yapılmasını asla kabul edemeyiz. Bu tepkiyi alan herhangi bir siyasetçinin, kendi sorumluluğunu düşünmek dururken halka ‘marjinal bir grup’ muamelesi yapması gerçekten hayrete şayan bir durumdur.” Tam da görev tanımını “Beka mücadelesinde stratejik iletişimin tüm imkanlarını kullanmak” olarak ilan eden birisinin yapabileceği açıklama!

Yaşananların hukuksuzluğunu, tutarsızlıkları ve çifte standartları dile getirmek önemli. Ancak her şeyden önce hem saldırganların hem de saldırıyı kullanmak isteyenlerin tutumlarının bilinçli ve ideolojik bir tercih olduğunun farkına varmak gerek. AKP, muhalefetin hareket alanını bu tarz düşmanlaştırma ve kirli propaganda ile daraltmak istiyor. Neo-MC koalisyonunun, liderlerini şeytanlaştırdığı bir siyasi iklimde muhalefetin “artık biz de sizdeniz, beraber çözelim” türü çiçek böcek siyasetini terk etmesi gerekir. Hem de belediyeler dâhil tüm unsurları ile!

Ne mi yapmalı? Sıkıştırmak istedikleri alanlarda geri adım atılmamalı. Çubuk Linci ile başlayalım; her şey tartışıldı ama dört şehidin hangi koşullarda verildiği tartışılmadı. Askeri ihmal var mı? Artık terkedilmesi gereken üs bölgesi konsepti hala niye devam ediyor? Yoksul evlere hala niye şehit cenazeleri geliyor? Yıllardan beri yoksul Kürt ailelerini de acıya boğan bu sorunu halkın verdiği onca krediye rağmen kalıcı olarak niye çözemediniz?

Bu basit soruları Çubuk köylülerine tartıştırabilirsek, birileri, değil cenazeye kahraman edası ile gitmek, insan içerisine çıkamaz!