Dünyada pek çok insan doğduğu ülke dışında yaşıyor ve ondan daha da kalabalık bir kesim hayatının önemli bir kısmını yabancı...

Dünyada pek çok insan doğduğu ülke dışında yaşıyor ve ondan daha da kalabalık bir kesim hayatının önemli bir kısmını yabancı ülkelerde geçiriyor. Genel olarak birinci grubun görece daha az gelişmiş ülkelerin vatandaşlarından ikincinin ise daha gelişmiş ülkelerin vatandaşlarından oluştuğunu ileri sürmek mümkün. Ancak mesele bundan daha karışık ve insanlar kendi yaşadıkları çevrede çözemedikleri bazı sorunları, aşamadıkları bazı engelleri başka bir yere göç ederek çözebileceklerini düşünüyorlar ve bunların küçük bir kesimi de bu uğurda harekete geçiyor. insanlar binbir türlü nedenle başka memleketlere göçediyorlar. ingiliz ya da Avrupalı olmak bu anlamda tüm dertlere deva değil.
Bugün çok sevdiğim bir arkadaşımın ölüm yıldönümü. Joanne (Jo) Stansfield geçen yıl Etiyopya’nın başkenti Addis’te ikinci çocuğunun doğumu sırasında yaşamını kaybetti.
Jo her zaman yakınınızda olmasını isteyeceğiniz türden bir insandı. Sheffield Üniversitesi’nde 2004 yılında doktorasını tamamlamıştı. Etiyopyalı olan eski eşinden dünya tatlısı bir oğlu vardı. Çocuklu ve doktoralı ve sıkı sıkı hayata bağlı bir insandı. Jo’nun ölümü hiç beklenmedik bir anda ve nedenle geldi. Herhalde sevdiğiniz birini aniden kaybedince ve de ‘hani olanakları kısıtlı olmayan bir yerde olsa yaşardı diyebileceğiniz bir biçimde kaybedince’, tarifsiz bir üzüntünün yanında sıkı bir kızgınlık da sarıyor insanı.
Kızıyorsunuz, çünkü anlamsız yere o insanla ilişkilerinizde zaman zaman daha özenli olmamışsınızdır. Lakin burada kızgınlığın daha büyüğü, bu gelişmişlik ve gelişmemişlik meselesinden kaynaklı: Kurtarılması çok mümkün ve hatta kolay olan yaşamları niye hâlâ kurtaramıyoruz meselesi.
Jo dünya tatlısı bir insandı. Hem ingilizdi, hem Kanadalıydı, hem beyazdı, hem iyi eğitimliydi, dünyanın sayılı üniversitelerinden birinde doktora bile yapmıştı. Yani iki sayfalık bir özgeçmişe koysanız kimsenin aklına gelmez Joanne’in 39 yaşında, bir Afrika ülkesinde sıradan bir doğum esnasında hayatını kaybeden anne vakası olabileceğine.
Çok kültürlülük her neyse Joanne oydu. Etiyopyalı ilk eşinden yine dünya tatlısı bir melez oğlu olmuştu. Beyaz ingiliz ailesi ile arası bozuldu bu ‘Etiyopyalılaşma’ yüzünden. Çok parlak olmayan aile ilişkilerini yeniden kurmaya çalışıyordu. Eşinden ayrıldı ve her zamanki hayata bağlı, mücadeleci tavrıyla doktorasını tamamladı.
Oğlu büyüdü, okula başladı ve ilk ırkçı saldırıya bir akşamüzeri evine giderken belediye otobüsünde maruz kaldı. Jo hem uzmanlık alanı itibariyle hem de kişisel deneyimleri itibariyle benim sofistike ırkçılık dediğim durumun çok farkındaydı. Söylenmemiş sözler, bakışlar ve tavırlar bu renk ırkçılığının kolay kolay suçüstü yapamayacağınız araçları. Bu gelişmiş ve çok kültürlü ülkede melez olmak en az siyah olmak kadar zordu ve Jo, çocuğunun ingiltere’de rahat, mutlu ve başarılı olamayacağını düşündü.
Türkiye’ye göç etmeyi de düşündü. Bazı kamuoyu yoklamalarında gençlerinin yüzde 70’inin terk etmeye hazır olduğu Türkiye, ona ve melez oğluna daha konforlu ve yaşanılır gelmişti. Bizdeki farklı ırkçılık ve ayrımcılıklar bir yana, iki Türkiye seyahatinde de, gören herkesin sevgilisi olmuştu küçük oğlan ve bu anlamda uygun bir yer olabilirdi yerleşmek için.
Çocuğunu Etiyopya’da kendi atakültürüyle ve ırkçılığa maruz kalmadan büyütme hevesi onu Afrika boynuzunun en yüksek şehrine götürdü; Addis’e. Olmadı geri geldi. Çocuklu yalnız bir anne olarak iş bulup çalışmak, çalışmamaktan daha pahalıydı anavatanı ingiltere’de. Modern zamanların tuhaf paradoksu: Çalıştığın zaman çocuğuna bakıcı bulmak zorundasın; maaşının neredeyse hepsini bakıcı ve kiraya vermek zorundasın; çalışmayınca çocuğunla başbaşasın, kiranı belediye ödesin ama cebinde beş kuruşun olmasın! Joanne bir kez daha ve son kez ingiltere’yi bırakıp gitti ve çok istediği ikinci çocuğuna hamile kaldı.
Joanne, 15 Nisan’da Regent’ı dünyaya getirdi. Doğumdan birkaç saat sonra Joanne, muhtemelen aşırı kan kaybından, aramızdan ayrıldı...
Yani dünyanın pekçok ‘gelişmiş’ ülkesinde olmayacak bir nedenle...
Pekçok Dünyalının tahmin etmediği bir şekilde, en çok göç alan ve çok ‘gelişmiş’ bir ülkeden, adı hep açlıkla, kıtlıkla anılan bir ülkeye göç etmişti. Bu kez, Rasta dostlarıyla mutlu olduğu Addis’ten asla dönmemeye karar vermiş.
Bu karar karşısında, içimde büyük bir boşluk, kalakaldım; biraz kızgın ve gözlerim yaşlı...