“Ben askerliğimi nöroloji uzmanı olarak 1998-1999 yıllarında Van Asker Hastanesi’nde yaptım. O dönem PKK terörü ve çatışmalar çok aktifti, Apo’nun yakalandığı yıldı.

Savaş isteyenlere isterseniz biraz şehitlerin ne halde hastaneye getirildiklerini tarif edelim, öyle ya, savaş isteyenler ölen sizin çocuğunuz değilse ‘Vatan, millet, Sakarya edebiyatı’ yapmaktan daha yüce bir duygu var mı?

Siz hiç tank mayınına basmış bir Jeep’te yanarak ölen asker gördünüz mü?

Siz hiçbir RPG roketinin patlamadan bir insanı delip geçtiğini gördünüz mü? (Çarptığı bölümü alıp götürmüştü.)

Sizin elinize bir şehidin beynini plastik poşet içinde verdiler mi?

Siz hiç canlı bombaya maruz kalıp da vücudunun ventral tarafını (evet anterior yüzey) tamamen kaybetmiş bir askeri on doktorun canhıraş tedavi ettiğini, kan, organ parçalarını ve o anın telaşını yaşadınız mı?

Siz hiç beyin tomografisinde şarapnel parçalarının beyin içinde yollar çizdiğini gördünüz mü, ya da her iki optik siniri kestiğini?

Siz hiç çift dingilli bir kamyonun tüm kasasının şehitle dolu hastaneye getirildiğini gördünüz mü ve o şehitlerin tek tek otopsilerini yaparken ne halde can verdiklerini hissettiniz mi?”

•••

Bu satırları, Dr. Sedat Ulkatan’ın nycturk.com’da yayınlanan “Bir Doktordan Savaş İsteyenlere Bir Anlatı” başlıklı yazısından aldım.

Bir hekimin savaşa tanıklığını anlatmış Dr. Ulkatan.

Sadece bu kadar da değil.

Ordunun gece uçuşu tehlikeli olduğu bahanesiyle hava desteği göndermediği, PKK tarafından pusuya düşürülüp kıskaca alınan askerlerin saatlerce telsizde yardım istemelerini ve feryatlarını…

Tüm bunlar olurken bazı dengesiz subayların Van Gölü üzerinde Skorsky ile balık avladıklarını…

Güneydoğu ağalarının çocuklarına çürük raporu almak için komutanları kullanarak doktorlara eziyet etmelerini…

Beş çocuğunu kaybetmiş bir korucu annesinin hastane önünde ağlarken, hastaneye son model BMW ve kolordu komutanının eşliğinde gelen bir korucu ağası tarafından “Ağlama, çok ses yapıyorsun!” diye azarlanmasını da yazmış.

Sonunda da “Oturduğunuz sıcak evinizden savaş isterken, en azından ‘Vatan, millet, Sakarya edebiyatı’ yapmayın, çünkü tiksindirici bir his veriyor” diye tüm savaş çığırtkanlarına ithaf etmiş.

•••

Meslekleri gereği savaşın en yakın tanığıdır hekimler.

Parçalanmış bedenlerin…

Kopmuş, dağılmış kolların, bacakların…

Yıllarca iyileşmeyen yaraların…

Acıların, dramların, vahşetin tanığıdırlar.

Savaş kayıplarının öyle gazetelerde yazıldığı, televizyonlarda söylenildiği gibi rakamlardan ibaret olmadığının…

Savaşta her kaybedilenin bir insan, bir eş, bir kardeş, en çok da bir çocuk olduğunun tanığıdırlar.

•••

Hani şimdi AKP “Madem 7 Haziran’da siz bizim Reis’i başkan yaptırmadınız, biz de size gününüzü gösteririz” diye savaşı yeniden başlattı…

Hani şimdi savaş baltaları tekrar topraktan çıkarıldı, ortalık savaş naralarından geçilmiyor…

Hani şimdi her gün, her saat yeni ölüm, yeni yargısız infazların haberleri geliyor...

Hani şimdi kim kimin daha fazla çocuğunu öldürürse oyunun sonunda o galip sayılacak zannediliyor ya…

Aslında hiç de öyle olmadığını en iyi hekimler bilir.

Ölmenin ve öldürmenin her zaman yaşamaktan ve yaşatmaktan kolay…

Ama aslolanın ölüm değil her daim yaşam olduğunu…

Yaşam ölüme galebe çalmadıkça hiç kimsenin galip sayılamayacağını…

Ölüme en çok, en yakından tanıklık eden hekimler bilir.

Bugünlerde onun için herkese endişeyle sesleniyorlar…

İndirin parmaklarınızı tetiklerden!...