Adamın biri vahşi bir kabileye esir düşmüş. Uyandığında iki yanında birer mızraklı asker, bir de kendisine dair bir tören hazırlığı görmüş.

Adamın biri vahşi bir kabileye esir düşmüş. Uyandığında iki yanında birer mızraklı asker, bir de kendisine dair bir tören hazırlığı görmüş. “Ayvayı yedim” diye düşünürken, ak sakallı bir dede belirmiş. “Dur, daha ayvayı yemedin!” demiş ona. “Dede,” demiş adam, “nasıl ayvayı yemedim?” Ak sakallı ona bir şey önermiş: “Tam karşında kabilenin şefi duruyor. Onun da yanında iki tane mızraklı asker var. Bir punduna getirip yanındakilerden kurtul, git o mızraklardan birini al, kabilenin şefinin kalbine sapla.”

Adam düşünmüş, “dedenin bir bildiği vardır herhalde” diyerek, aynen dediğini yapmış: yanındakilerden kurtulmuş, bir mızraklıdan mızrağını kapmış, şefin tam kalbine saplamış, dönüp dedeye sormuş: “Peki şimdi?”
“İşte şimdi ayvayı yedin” demiş dede.

2000’li yılların başında bir Türk işadamı İsveç’e gitmiş. İşlerini bitirip otele döndüğünde lobide bir şeyler içmek istemiş. Bara oturmuş, içkisini yudumlarken biraz solundaki yaşlı beyefendiyi fark etmiş. Ufak bir sohbet başlamış.
Adam bizimkine nereli olduğunu sorup Türk olduğunu öğrenince, şöyle demiş: “Ben emekli diplomatım, 1970’li yıllarda da güzel ülkenizde çalışma şansım olmuştu. O zamanlar sizin bir romantik, bir de klasik politikacınız vardı. Herhalde çoktan emekli olmuşlardır”.
Bizimki biraz mahcup, cevap vermiş: “Hayır, emekli olmadılar. Biri yine başbakan, diğeri de cumhurbaşkanı. Yalnız romantik olanın romanı gitti tiki kaldı, klasik olanın da klası gitti, biz ona ayıp olmasın diye ‘baba’ diyoruz”.

Yıldırım Akbulut bir devlet dairesinde müdürken çalışanlarından biri gelip arşiv odasının dolduğunu, yer kalmadığı için bazı evrakları imha etmek gerektiğini söylemiş. O da onaylamış, “Evrakların ikişer fotokopisini alıp asıllarını yakın” demiş.

CHP’yi barajın altında bırakıp istifa ettiği dönemde evde dinlenirken bir gün Deniz Baykal’ın telefonu çalmış. Arayan “Sayın CHP Genel Başkanı’yla mı görüşüyorum?” diye sormuş, Baykal “Ben artık CHP’nin Genel Başkanı değilim” demiş. Telefon tekrar çalmış, arayan yine “Sayın CHP Genel Başkanı’yla mı görüşüyorum?” demiş, Baykal yine “Ben artık CHP’nin Genel Başkanı değilim.” diye cevap vermiş. Telefon yine çalmış, adam yine aynı şeyi sorunca Deniz Bey sinirlenmiş, “derdin ne be adam, söyledim ya artık CHP’nin genel başkanı olmadığımı” deyince adam “Biliyorum” demiş, “sadece bunu tekrar tekrar duymak hoşuma gidiyor”.

Burhan Kuzu 17 Ağustos’u anmak isterken yanlışlıkla “17 Aralık depremi” yazınca, ilk önce aklıma 17 Ağustos’un ülkeye, kentlere, insanlara, o zamanki siyaset kurumuna ve partilere ne yaptığı, o sırada yaşanan beceriksizliklerin insanları nasıl çileden çıkardığı ve bütün bunların AKP’nin iktidarına yol açan süreci nasıl etkilediğini yazmak geldi. Ama vazgeçtim, çünkü bu dil sürçmesi bize hakikaten başka bir dönemin başladığını anlatıyor. Çok değil birkaç yıl sonra fıkralarla anacağımız uzun bir dönemin de bitişini.