Soma katliamı, Aladağ yangını, Çorlu tren faciası, Hendek patlaması… Bir dönemi anlatacak bu olayların özneleri Sosyal Haklar Derneği’nin düzenlediği buluşmada ilk kez bir araya geldi. Yaşanılanları dinlediğimiz salonda aslına bakarsanız tarihi bir ana şahitlik ettik. Muhtemelki bu satırlar anlatılanları hakkıyla aktarmaya yetmeyecek.

Bir dönemi anlatan davaların özneleri ilk kez bir araya geldi

FİLİZ GAZİ

Yargı mensuplarından, siyasetçisine ve devletin tüm önemli kurumlarına kadar yozlaşmış bir ülkenin özeti sadece Sedat Peker’in anlattıklarından ibaret değil elbette. Peker’in anlattıklarının sonuçları ülkenin ara sokaklarına, bir dağ köyünde evlatlarını cemaat yurduna göndermek zorunda kalan ailelere, yerin altında çalışan maden işçisine kadar uzanıyor.

Ölenlerin yakınları ve avukatlar yaşanılanları anlatırken sesler bazen kesildi, boğazlar düğümlendi. 301 maden işçinin öldüğü Soma katliamında oğlunu kaybeden Elmas Kaya, 15 yaşında evlendiğini söylüyor. Yıkımla başlayan bir hayat… “Hayat bir masaldı” diye devam ediyor. Şimdilerde yaşadıklarını ise şu sözlerle anlatıyor:

“Evlat acısını yaşayan insan yaşar mı diye soruyorlar. Nasıl mı? Nefes alıyorum. Şu dünyanın hiçbir şeyinde gözüm yok. Sadece birilerinin cebi dolsun diye bizim çocuklarımız öldü, şimdi tek isteğimiz başkalarının çocukları ölmesin. Ben adalet ararken Ankara’dan nefret ettim. Bütün o ülkeyi yiyen o devi doyuramadık. Mezarlıkları doldurdular.”

ADALET SERMAYEDEN YANA

Soma’da eşini kaybeden Gülfidan Köse ise “sermaye” sözcüğünü kullanıyor. Soma’daki bir köylü kadının bu sözcükle tanışması, yargı sürecinin verdiği tecrübeyle de ilgili. Şöyle konuşuyor:

“Davaları takip ederken dışarı atıldık, olmadık şeylerle suçlandık, bizi birbirine düşürmek için aileleri dağıtmaya çalıştılar. 301 kişi öldü ama katiller yine Soma maden ocaklarını işletiyor. Görünce içimiz burkuluyor. 6 sene mücadele ettik, vay bizim ölenlere… Patronlar kar, para uğruna insanlar öldürüyor, istiyoruz bu değişsin bizim gibi garibanlar ölmesin. Adalet patrondan, zenginden, sermayeden yana, garibandan yana değil. Pes etmedik, etmeyeceğiz.”

Yaşar Alptekin, biyolojik olarak bir yakınını kaybetmediğini söylüyor. “Komşumu, kahvedeki arkadaşımı, yıllarca çalıştığım arkadaşımı kaybettim” diyor ve ucuz iş gücü için köylerden işçi toplayan taşeron sistemi devam ettiği sürece ölümlerin devam edeceğini söylüyor.

bir-donemi-anlatan-davalarin-ozneleri-ilk-kez-bir-araya-geldi-951689-1.

SÜLEYMANCI YURDA VERECEKSİNİZ

Kasım 2016’da, Adana Aladağ’da Süleymancı yurtta 11’i çocuk 12 kişi yanarak öldü. Sümeyye Yetim’in babası Ahmet Yetim karşımızda. Zar zor anlattığı yerlerde onun da sesi kesiliyor. Anlattığı her şey yakın tarih devletin nasıl olduğunun özeti:

“İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne gittim, Mehmet Aktaş’a. Abi dedim, bizim bu çocuklar ne olacak? ‘Tek yapacağınız, Süleymancıların yurduna vermek’ dedi. Abi dedim, bu olmaz. Döndüm köyüme gittim. Aladağ benim köyüme 40 km uzaklıkta. Bizim çocuklar okula gitmiyor, bekledik durduk. 1 ay bekledik, ne arayan ne soran. Bu sefer 20 kişi gittik İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne. ‘Ne olacak çocuklarımız’ dedik. ‘En uygun, ideal yer orası’ dedi. İlçe Milli Eğitim Müdürü bu, kapıyı kıracak halimiz yok. Kız olanları kız yurduna, oğlanları erkek yurduna bıraktık, köyümüze döndük. Çocuğum nasılsın dedim, iyi diyor. Zaman gelip geçiyor, bir gün oldu, filan yurt yanmış haberi geldi. Geldikki, bir tane kızımızı tanımaya imkan yok. İnsan olanın yüreği parçalanır, evlat büyütmek kolay değil. Evlat acısını kimse görmesin, öyle bir acı. Olaydan sonra İl Milli Eğitim Müdürü’ne gittik. Bize dedi ki sizin evlatlarınız Aladağ’da olsa da yanacaktı, Adana Yurdu’nda da olsa yanacaktı. Bunları duyduk… Ordan mahkemeye düştük. 19 sefer duruşmaya girdik, adaleti bulamadık. Biz o yollardan yayan gittik geldik, herkes de gördü o yolları. Yetkililer de gördü o yolları. Helikopterle gelindi, gidildi. Bir kişi bile baş sağlığı dilemedi. 6 yıldır huzursuzum, uyuyamıyorum. Çünkü ciğer parçanlanmış.”

O ATEŞE DEVLET ATTI BİZİ

Mehmet Ali Baş, kızının parmaklarını gösterdiğini söylüyor. “Bulaşık yıkattırıyorlardı. 9 yaşında, orda en küçük olan benim çocuğumdu” diyor.

“Hocalarla görüştüm, böyle böyle dedim. O kadar olacak dediler. Düşündüm, ne yapayım? Cebimde beş kuruş param yok. Madende, yer altında çalışıyorum. 1 ay 15 gün oldu, akşam 19:00 haberlerinde televizyonda alt yazı geçiyor. Telefon çekmiyor. Telefon çektiği yerden köyün muhtarına ulaştım. Kendimi atacaktım, arkadaşlarım tuttu. İki saat sonra Aladağ’a varabildim. İki saatte yurt söndürülmez mi? Nerede devletin görevlileri, nerede itfaiye? Üç katlı bina söndürülemez miydi?”

Ali Köylü, “Çocuklarımız ölmüş, bunlar dolaptaki 10 kilo etin peşine düştüler. Fakiriz insanca yaşamaya hakkımız yok. Bizi cemaatin yurduna mahkum ettiler. O ateşe devlet attı bizi.”