Memleket Tabipliği köşesinde zaman zaman çerçeveyi aşıp memleket siyasetine dair şeyler karalasam da esasen sağlık politikaları üzerine yazmaya çalışıyorum her hafta.

Bugünkü yazım biraz farklı olacak.

İlk bakışta “şahsi” görünebilir ama, aslında, şimdilerde yitip gitmekte olan bizim kuşağın nedense üzerinde çok az kalem oynatılan hikâyesinden bir kesit olarak da okunabilir.

Karar okuyucunun.

•••

bir-dostun-ardindan-118975-1.Cuma günü bir arkadaşımı(zı), Nâzım’ın deyişiyle “En güzel günlerin en güzel dostlarından biri”ni, Şaban Cennet’i İstanbul’da toprağa verdik.

Bakırköylüydü Şaban.

12 Mart sonrası faşistlerce işlenen ilk cinayetlerden, 23 Ocak 1975’te öldürülen Kerim Yaman’ın okulundan, Vatan Mühendislik’tendi.

Faşist teröre karşı okullarımızı, sınıflarımızı, mahallelerimizi, canlarımızı, hayatlarımızı savunmak için birbirimize tutunduğumuz, birbirimize kenetlendiğimiz, birbirimize siper olduğumuz günlerin dostuydu.

Vatan Mühendislik’teki faşist işgalin kırılış mücadelesinde en önlerde, en gözü pek, en gözü karalarımızdandı.

Amerikancı cuntanın yönetime el koyduğu 12 Eylül Darbesi sonrası önce baba ocağı Yugoslavya’ya, sonra Fransa’ya geçmiş, Paris’e yerleşmişti.

•••

Ancak otuz yıl sonra Türkiye’ye giriş izni alabilmişti.

Geldiğinde arar, ben de eski Bakırköylüyümdür, Bakırköy sahilde buluşup sohbet ederdik.

Hal hatır, sağlık sıhhat, eş çocuk, iş güç…

Sonra eski günleri yâd eder…

Sonra söz, hepimizin kapanmaz yarası, “Bir kitaba başlar gibi/ Koşarken yavaşlar gibi/ Sessiz, sitemsiz” ölen, yitirdiğimiz arkadaşlarımıza gelirdi.

Şaban’ı dinlerken fark etmiştim;

Biz, ülkede kalanlar, 12 Eylül’ün dehşetini, vahşetini çok daha acı yaşamış ve fakat aynı zamanda acılarımızı da yaşadığımız için, o yaşanmışlığın travmalarımız üzerinde sağaltıcı bir etkisi olmuştu.

Şaban için ise travma hâlâ çok daha tazeydi.

O günlerin anısını ben de hep canlı tutardım ama Şaban için çok daha berraktı. Anlatırken en küçük ayrıntıları hatırlar, yaşar gibi heyecanlanırdı.

Bir de; ben nasıl, bütün o güzel insanların içinden, en çok Ercan’ın anısını taşıyordumsa, Şaban da en çok Selçuk’un anısını taşımış, gittiği her yere beraberinde götürmüştü. En çok Selçuk’tan söz ederken hüzünleniyordu.

•••

Bir şey daha fark etmiştim;

İnsanın anayurdu çocukluğudur, demiş Jorge Amado.

Bizim kuşağın anayurdu ise ilk gençliğimizdi.

Araya ne kadar zaman, hangi mekân girerse girsin, biz ne zaman, nerede, nasıl yaşarsak yaşayalım, aslında hep aynı hayatı, ilk gençliğimizi yaşıyorduk.

İlk gençliğimizde edindiğimiz insani, ahlaki değerler bizi hep takip ediyor; biz de hep ilk gençliğimizde edindiğimiz insani, ahlaki değerleri takip ediyorduk.

Şaban için de öyle olmuştu.

Daha yirmili yaşların başında yaban ellerde yapayalnız çıktığı yolculukta bin bir zorluk, bin bir meşakkatle baş edip kendine yeni bir hayat kurmuş, evlenmiş, çocukları olmuş, siyasetten kopmuş; ama, kendisi de söylemişti, ilk gençliğimizin o değerlerinden kopmamış, bütün sevgisini, bütün insancıllığını ailesine vakfetmişti. Eşinden, çocuklarından, ailesinden bahsederken sözleri, gözleri gururla doluydu.

•••

Cuma günü Şaban’ın cenazesinden döndükten sonra…

Önce; Şaban da severdi, diye düşündüm, Ruhi Su’dan “Drama Köprüsü”nü…

Sonra, nedendir bilmem, Sümeyra’dan “Ekin idim Oldum Harman”ı…

Ardından, Zülfü Livaneli’den “Ulaş’a Ağıt”ı…

Sonra da, o güzel yıllarda hep birlikte söylediğimiz diğer bütün türküleri dinledim.

•••

Ben Bakırköy’den taşınalı çok oldu.

Gene de, ne zaman yolum düşse, İncirli’den Bakırköy Meydanı’na doğru giderken solda, eskiden Sinema 74’ün olduğu köşeden içeri doğru giren sokağa bakıp Şaban’ı hatırlardım.

Bundan sonra o sokaktan geçerken, Nâzım’la başladım Nâzım’la bitireyim, “kesik bir omuz başı gibi” eksikliğinin sızısını hissedeceğim Şaban’ın.

Hoşça kal sevgili arkadaşım…

Sevgiyle kal.