Kanal projesi, kamu yararı içermeyen, mülkiyet haklarını ihlal eden, uzman katımını görmezden gelen, maliyeti faydasından çok yüksek, ömrü kısa, temel yaşam haklarını halkın elinden alan bir eko-kırım projesidir. Başlanması halinde, telafisi imkânsız sonuçlar ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Bir eko-kırım projesi olarak Kanal İstanbul

Pelin Pınar Giritoğlu*

İstanbul, 2000’li yılların başlarından beri mega-projelerin baskısı altında her geçen gün daha fazla değişime uğramakta, kimliğini ve karakterini yitirmektedir. Son yıllarda art arda gündeme gelen, üst ölçekli planlarda yer almadığı halde, sonradan planlara işlenmek suretiyle hayata geçirilen, hukuki kılıflar giydirilerek meşrulaştırılan Avrasya Tüneli, Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı gibi projeler İstanbul’un doğal, kültürel, sosyo-ekonomik yapısı üzerinde tahribatlara yol açmış ve açmaya devam etmektedir. 2012 yılından bu yana gündemde olan Kanal İstanbul tartışmaları da bu mega-projeler sürecine eklemlenmiştir. Ancak, ilk kez 2012 yılında “Çılgın proje” adıyla topluma tanıtılan Kanal İstanbul projesini diğerlerinden ayıran belirgin bir yanı bulunmaktadır. Kanal İstanbul, sadece bir gayrimenkul projesi değildir. Bu proje, aynı zamanda İstanbul’a, Trakya’ya, Marmara Denizi’ne ve Karadeniz’e büyük ölçekli etkileri olacak bir eko-kırım projesidir.

ALANIN GENEL YAPISI

Güneyden kuzeye doğru alanın ilk 10- 15 km’lik bölümünde yerleşim alanları bulunmaktadır. İkinci 15-20 km’lik bölümde tarım alanları ve bunun ardından üçüncü 15-20 km’lik alanda, yani kuzey kesiminde orman alanları yer almaktadır. Kuzeyde, bir sulak alan niteliğine sahip olan Terkos Gölü etrafındaki orman dokusuyla, Güneydeki Büyükçekmece Gölü, tarımsal alanlar ve yerleşim alanlarıyla, Küçükçekmece Gölü (kuzeyi hariç) yoğun bir kentsel yerleşim dokusu ile çevrilidir. Projenin etkilediği bölgede çok sayıda arkeolojik, doğal, kentsel sit alanı bulunmaktadır.

İstanbul İli Avrupa Yakası Rezerv Yapı Alanı 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliği

Söz konu plan değişikliği, 23 Aralık 2019 tarihinde onaylanmıştır. Plan, planlama hiyerarşisi açısından üstü kabul edilen 1/100 000 ölçekli plandan birçok ilkesi ve detayı ile ayrışmaktadır. Genel ilkeler kapsamında 1/100 bin ölçekli Çevre Düzeni Planı ile birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlar göze çarpmaktadır:

Proje kentin üst ölçekli planına sonradan işlenmiştir ve plan ana kararlarıyla çelişmektedir. Bu anlamda hukuksuz ve yok hükmündedir:

Çevre Düzeni Planı “Kuzeydeki hassas ekosistemlerin korunması amacıyla kuzeye gelişme eğilimi gösteren kent gelişiminin kontrol altına alınarak, doğu batı aksında ve Marmara Denizi boyunca kademelendirilmiş çok merkezli ve sıçramalı gelişimin sağlanması” ndan söz ederken, Kanal İstanbul şehrin tüm kuzey bölgesini ve hassas ekosistemleri kentsel gelişme baskısı altına almaktadır.

Çevre Düzeni Planı, plan kararlarının deprem başta olmak üzere, afet riskleri dikkate alınarak üretilmesinden söz ederken, planlama alanı bir rezerv alandır ve güzergâh üzerinde üç aktif fay hattı bulunmaktadır. Bu bağlamda, depremin yanı sıra, tsunami riski de içermektedir.

Çevre Düzeni Planı, içme suyu havzalarının mutlak ve kısa koruma alanlarında, havzaları besleyen derelerin koruma kuşakları içinde yapılaşmayı reddetmektedir. Oysaki Kanal İstanbul, su havzaları üzerine yoğun bir yapı ve nüfus baskısı getirmektedir. Havzaların koruma alanlarını yapılaşmaya açarak, havzalarla ilgili koruma kararlarını geçersiz saymaktadır.

Çevre Düzeni Planı TEM’in kuzeyinin sanayi alanlarından arındırılması ve kentin doğal kaynaklarının yoğunlaştığı kuzey bölgesine kentsel gelişme baskısını önlenmesi” ilkesini benimsemektedir. Kanal İstanbul ise, diğer mega projelerle birlikte yoğun bir baskıya neden olmaktadır.

Çevre Düzeni Planı bölgedeki ekolojik koridorların, doğal ve tarımsal karakterlerinin, yaban yaşamı hareketliliğini ve kentsel hava sirkülasyonu işlevini sürdürebilmesi için korunması, gerekiyorsa iyileştirilmesini hedef alırken, Kanal İstanbul Avrupa’nın acil korunması gereken 100 orman alanı arasında yer alan kuzey ormanları üzerinde güçlü bir baskı yaratmaktadır.

Plan değişikliğinin, Küçük Çekmece Gölü kenarında arkeolojik sit alanının içine kentsel gelişme alanı ve üniversite alanı kararı getirdiği görülmektedir. Böylece alan içindeki çok önemli bir arkeolojik alanı tamamen yok etmektedir. Planın, Sazlıdere Barajı boyunca yer alan dere mutlak koruma alanlarını kentsel gelişme alanı için daraltarak, koruma bandını tüm dere boyunca, yaklaşık üçte bir oranına indirdiği dikkat çekmektedir.

Plana göre korunması gerekli maden ve taş ocakları kentsel gelişme alanı haline gelmektedir. Bu durum bu alanda dolgu yapılmasını kaçınılmaz kılacaktır.

Kanal içinde, su yüzeyinde oldukça büyük bir arkeolojik sit alanı kalmaktadır. Plan, havza koruma kuşaklarını daraltan kararlar içermektedir. Aynı şekilde, orman alanını da yarıp geçmekte, böylelikle orman alanı sınırlarını daraltmaktadır. Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’na (ÇED) göre, birçok arkeolojik alan, planın uygulanmasından yüksek derecede etkilenecektir.

Kanal İstanbul projesinde ÇED süreci tamamlanmadan 1/1000 plan değişikliğinin acilen İstanbul’un kent anayasası olarak kabul edilen Çevre Düzeni Planı’na işlenmiş olması, planın hukuki zemininin aksaklığına işaret etmektedir. ÇED Raporuna göre ömrü 100 yıl olan projenin maliyetinin, faydasının çok üzerinde olduğu açıkça ortadadır.

Riskler açısından bakıldığında, bir yerine, iki riskli Boğazımız olacaktır. İstanbul Boğazının daha kısa ve daha geniş olduğu dikkate alınırsa, ikincisi çok daha risklidir.

Kanal, Trakya’nın bir kısmını kopararak bir ada yaratmakta, böylece bir güvenlik açığı ortaya çıkmaktadır. Dışarıdan gelen olası bir saldırıya karşı Trakya’yı savunmak güçleşecektir.

70 canlı grubu, sadece 124 kuş türü ortadan kalkacaktır. Projenin ÇED Raporu, “kuşlara bir belirli alan ayırıyoruz” demektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, proje raporları ile doğaya adres gösterilemez. Üçüncü havalimanında ortaya çıkan vakalar bu durumu çok iyi açıklamaktadır.

► Trakya’da tarım toprakları ve meralar imara açılacak, böylece en verimli topraklarımızda tarım ve hayvancılık bitecektir.

► Su fakiri Istanbul’un su kaynakları yok olacaktır. Daha şimdiden çatlak olan ve su tutmayan Melen’e güvenmek mümkün değildir. Temel haklardan olan yaşam hakkı, su hakkı halkın elinden alınmaktadır.

► Proje, altında imzamız olan bir çok uluslararası sözleşmeye aykırıdır.

► Mülksüzleştirmeye yol açacaktır. ÇED raporuna göre Düzenleme Ortaklık Payı (DOP) kullanılarak uygulama yapılacaktır. Yani halkın elinden, arazilerinin yüzde 45’i (yarıya yakını) bedelsiz alınacak ve el değiştirecektir. Bu araç, DOP’un amacına da aykırıdır. Kullanılması art arda dava süreçlerinin başlamasına neden olacaktır. Bu mülksüzleştirme süreci, Anayasa’nın mülkiyet hakkına sadece kamu yararı amacıyla dokunulabileceğini belirten 35. maddesine aykırıdır. Kanal İstanbul’da bir kamu yararı yoktur.

► Projenin dayanağı Anayasanın 46. Maddesidir. Buna göre Kanal İstanbul, bir kalkınma projesi olarak gerekçelendirilmektedir. Üstteki maddeler okunduğunda, projenin bir kalkınma projesi olamayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Yani Anayasal dayanağı olmadığı gibi, Anayasa’nın 56. Maddesine aykırıdır. Herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını elinden almaktadır.

SONUÇ OLARAK; Söz konusu Kanal projesi, kamu yararı içermeyen, mülkiyet haklarını ihlal eden, uzman katımını görmezden gelen, maliyeti faydasından çok yüksek, ömrü kısa, temel yaşam haklarını halkın elinden alan bir eko-kırım projesidir. Başlanması halinde, telafisi imkansız sonuçlar ortaya çıkması kaçınılmazdır.

*Doç. Dr., TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi

cukurda-defineci-avi-540867-1.