2008 yılında belgesel-drama karışımı, tuhaf bir film çekmişti Kim ki Duk: Arirang. Filmde dağ başındaki bir evde evin içine kurduğu kamp çadırında yaşayan yönetmenin kendisini görüyorduk. Artık gayet ünlü olduğu, ödüller kazandığı halde bu taşralı çocuğun hala ne kadar farklı ve yalnız olduğunun sinemasıydı Arirang.

Bir evin içerisinde çadırda yaşamak

Murat Tırpan

2020 bitmeye direniyor. Şimdi de Kim Ki Duk’u Covid 19 nedeniyle kaybettiğimiz haberini aldık. Kendisiyle yedi yıl kadar önce Mimar Sinan Üniversitesi Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi'ne geldiğinde karşılaşmış ve konuşma fırsatı bulmuştuk. O gün orada yaptığı konuşmada beni en çok etkileyen şey bu ünlü Koreli yönetmenin aslında hayatında çok az kitap okumuş, çok az film izlemiş biri olmasıydı. Biyografisine baktığımızda bunun nedenini anlayabiliyoruz; eğitimini çalışmak zorunda olduğu için genç yaşında bırakan, ağır işlerde çalışan, tam beş yılını deniz kuvvetlerinde geçiren bir insan Kim Ki Duk. Bir taşra köyünden çıkan eğitimsiz bir ailenin çocuğu. İyi resim çizdiğini düşünen genç Duk doksanların başında hayatını değiştirmeye karar vererek elindeki tek parayla Fransa’ya gider ama ne yazık ki (ya da neyse ki) geri dönmek zorunda kalır. Sonra hasbelkader yazdığı senaryolarından ikisi ödül kazanır ve sinema macerası başlar. Hiçbir sinema eğitimi almadan ve pek de entelektüel bilgisi olmadan yaptığı filmler yaratıcılığın temelde içten gelen bir şey olduğunun kanıtıdır. Üstelik ona büyük bir avantaj da sağlar, sinema tarihindeki hiçbir şeye benzemeyen, son derece kendine özgü işler ortaya çıkarır bu sayede.

Duk’un hikayesi 2003 yılında çektiği Spring Summer Fall Winter and Spring filmindeki genç çocuğun kaderine benzer. Bu etkileyici filmde birbirini izleyen mevsimlere çocuğun değişimi eşlik eder. Duk bize hayattaki asıl eğitimin bize verilenlerde değil hayatın kendisinden deneyimle edindiğimiz eğitim olduğunu anlatmak ister sanki. Zorlu bir hayatı olmuştur, hayatındaki boşluğu sanat yoluyla doldurmak ister. Lao Tzu'dan kopup gelen bir boşluktur bu. “Boşluk aslında boşluk değildir, doluluktur” diyen Tzu’nun felsefesi onun filmlerinde su metaforuna dönüşür. Her yere girebilen, sirayet edebilen, objelerin şekline bürünen su sürekli bir değişimi ve dönüşümü ifade eder. Belki de yine bu yüzden boşluğun doldurulması ve bir “yerine geçme” meselesi de karşımıza çıkar Kim Ki Duk’ta. Örneğin 2014 yapımı filmi Red Family’de Kuzey Koreli bir casus grubu Güney Koreli sıradan bir aile kılığına girer, Samaritan Girl’de ise bir genç kızın gizlice erkeklerle beraber olan arkadaşının yerine geçtiğini görürüz. 2008 yapımı Dream bir başkasıyla rüya yoluyla ilişki kurmak, ona dönüşmek üzerinedir. Din filminde ise geleneksel bir ailenin ferdi olan kız, kendisine tıpa tıp benzeyen bir kız ile karşılaşıp yer değiştirir. Başyapıtı Boş Ev (2004) ise zaten tamamen başkalarının boş evlerine girip orada yaşamak, su misali orayı doldurmak üzerinedir.

Daima hüzünlüdür onun filmleri. Bu hüznün büyük bir kısmı sinematografiden kaynaklanır diyaloglardan çok. “Sözlerin her şeyi çözebileceğini düşünmüyorum. Bazı durumlarda sözcükler anlamı bozarken sessizlik gerçekçi hisleri ortaya çıkarabilir.” diyen Duk’un filmlerinin çoğunun aklımıza kazılı kalmasının nedeni de muhtemelen bu yaklaşımdır. Çoğu zaman düşselleşen kadrajları bizi Boş Ev’in sonunda “Yaşadığımız dünya gerçek mi yoksa düş mü olduğunu söylemek oldukça güç?” gibi bir soruya ulaştırır. Dolayısıyla diyalogdan çok içsel bir yerden gelen görüntülerini hatırlar izleyici. Bir imgeyle karşılaşıp ister istemez ağzımızdan “Kim Ki Duk filmi gibi” sözleri çıktığında kastettiğimiz mekânın varoluşumuza dair sessizce bir şeyler fısıldadığı bu düşsel boşluklar, metaforik ve hüzünlü anlardır genellikle. Özellikle de sakin ve dingin ritmi, masalsılığı ve muhteşem kadrajları ile Spring Summer Fall Winter and Spring filmi gelir aklımıza.

Bahsettiğimiz tüm bu yer değiştirme, evsiz olmak ve yalnızlık temaları sadece filmlerinin değil hayatının da temasıdır. Çocukluğundan beri kendini bulacağı boş bir ev arayıp ama sadece sanata “yerleşebilen” yönetmen böyle çekip gider aramızdan. Son zamanlarda Güney Kore'de sık sık eleştirilen, iki defa haksız ve delilsiz taciz suçlamalarından yargılanıp sonunda beraat eden Duk, kendini suçlayan kadınları dava eder. Ama sonra çareyi bir kez daha vatanından ayrılıp Letonya’ya gitmekte bulur. Ama yine bir ev sahibi olamaz, bu sefer kader ya da virüs onu o arafta, boşlukta bırakır. Bir hastahanede ölmüş olduğu ortaya çıkar.

2008 yılında belgesel-drama karışımı, tuhaf bir film çekmişti Kim ki Duk: Arirang. Filmde dağ başındaki bir evde evin içine kurduğu kamp çadırında yaşayan yönetmenin kendisini görüyorduk. Bu süre içerisinde Duk’tan hayat hikayesini, filmlerini, arkadaşlarının ihanetlerini kısaca hayattan dertlenmesini dinliyorduk. Artık gayet ünlü olduğu, ödüller kazandığı halde bu taşralı çocuğun hala ne kadar farklı ve yalnız olduğunun sinemasıydı Arirang. Bu inzivaya çekilmiş, gölgesiyle soru cevap şeklinde röportaj yapan, kötü sesiyle Arirang adlı Kore türküsünü söyleyen adamı tanımak için bu filme geri dönmek gerek sanırım. Çünkü tüm anlattıklarının yanında onu tanımlayan asıl şey orada tam ortada duruyor, ait olman, iyi hissetmen gereken yerde, evin içerisinde bile bir çadırda yaşamak.