Bir "Feme cinayeti": Fincancı, Nesin ve Önderoğlu'nun tutuklanması

ORHAN GAZİ ERTEKİN - N. ANIL GELBERI

Özgür Gündem gazetesi ile dayanışmak amacıyla gönüllü "Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği” görevini devralan Prof. Şebnem Korur Fincancı, gazeteci Erol Önderoğlu ve yazar Ahmet Nesin hakkında soruşturma yürütülerek alelacele tutuklanmaları, Türkiye’de yargının politik rolü açısından yeni bir evreye işaret etmektedir. Demokrasi ve hukuk karşıtlığı kadimden bu yana devam eden yargı, Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılanmalarından savaş karşıtı bildirileri nedeniyle akademisyenlere açılan soruşturmalara, Özgürlükçü Hukukçular Derneği üyesi avukatların tutuklanmalarından geçtiğimiz günlerde akademisyen ve yazarların derdest edilmelerine kadar uzanan yolda yeni bir terfi almış ve muhalefeti bastırmak için "siyasi suikast" taktiklerine doğru yol almaya başlamıştır. Yargı, artık politik muhalefetin güncel, aktif ve eylemli bastırılmasının ön cephe aygıtı olmaya doğru ilerlemektedir. Diğer bir deyişle geldiğimiz aşama "hukuki şiddet" evresinin ötesindeki bir "fiziksel şiddet" evresidir. Bu durum "engizisyon”un geç örneklerinden birisi olan "feme mahkemeleri”ni hatırlatacak kadar ciddidir. Bu mahkemelerde ise artık "feme cinayetleri" (Feme Morte) işlenmektedir

"Feme cinayeti"

Feme, diğer bir adıyla Vehm Mahkemeleri, Engizisyon döneminde Almanya’nın Westfailen bölgesinde ortaya çıkan yerel vigilantist yargılamalara verilen isimdir. Hukukun, iktidarın içinden veya dışından bütünüyle üstlenilmesi söz konusudur. Yasal yetkisi olmadan zorla düzen sağlayan bu mahkemelerin üyeleri gizlice toplanarak egemen düzene, sisteme muhalif olan insanlara ölüm cezası verirdi. 14 ve 15. Yüzyılda oldukça etkili olan bu mahkemeler yetkiyi Kutsal Roma-Germen hükümdarından aldığını belirtirdi. İlk zamanlarda düzenli olarak toplanmayan sadece ad hoc yargılamalar yapan Feme mahkemeleri daha sonra geniş bir alana yayılmıştı. Bu mahkemenin en önemli tarafı gizli olmasıydı. Gıyabında idam cezası verilen kişi, evinin kapısına çivilenmiş kararı gördüğünde kendisi hakkında hüküm verildiğini anlayabiliyordu ancak. İyi bir vatandaş ve safkan bir Alman olan herkes yargıç olabiliyordu ve yargıç olmak prestijli bir durumdu. Feme mahkemelerinde üyelerin gizli görüşmeleri yaymaları veya en yakın aile bireylerine dahi söylemeleri yasaktı. Bu "suçun” cezası da idamdı doğal olarak. 1856 yılında bir derste Karl Marx da işçi sınıfı devriminin tüm Avrupa'yı süpürüp atacağını anlatmak için Feme mahkemelerini örnek olarak vermiştir. Münzer önderliğindeki dinsel hareketin egemenlerin kötülüklerini cezalandırmak üzere harekete geçirdiği karşı "feme mahkemeleri" (buna ise serbest bir çağrışımla "gerilla mahkemeleri" adı verilebilir). geleneği ise ezilenlerin "halk mahkemesi" örneğine tarihsel bir tecrübe sunmaktadır. Egemen feme mahkemesi geleneğe bir atıf olarak Almanya'da siyasi muhaliflerin susturulması için hukukdışı dava ve kararlar için "feme cinayetleri" adlandırması halen de kullanılmaya devam edilmektedir. Türkiye'nin yargısı, işte bu tarihsel geleneği, kendi politik karakter yapısına yerleştirme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır ve politik dikkatlerimizin en acil gündemi bu noktadır.

Kontr-gerilla mahkemeleri

Gelelim Türkiye yargısının güncel dönüşümüne. Bugün, yargının politik karakter yapısı, tıpkı 2004-2005'lerde olduğu üzere giderek bir değişim geçirmektedir. Kısaca aktarmak gerekirse Cumhuriyet'in hukuk ve yargı merkezli bir politik alan inşa etmediği kesindir. Bu alan, Cumhuriyet'in kurucu merkezinin sınırlarında kalmıştır daima. Hakim ve savcılar, bu nedenle, Cumhuriyet içinde bir "siyasi sınıf" özelliği sergilememişlerdir. Cumhuriyet'in erken geleneğinde hukuk ve yargıdan iki temel görev bekleniyordu. Öncelikle hukuk ve yargı, politik çatışmanın zemini ve aracı değil, iktidar güçlerinin "emir erliği" ile sınırlı bir politik anlama sahipti. Genel demokrasi mücadalesi karşısındaki tavrının ise "sinik" olduğunda şüphe yoktur. Refik Gür, Ali Faik Cihan, Doğan Öz ve en son Anayasa Mahkemesi üyeliğinden emekli olan Ali Güzel gibi demokrasi mücadelesinin aktif failleri olmaya soyunan hakim-savcı figürleri ise mesleğin son derece sınırlı ve marjinal alanlarında nefes alarak varlıklarını korumaya çalışıyorlardı. 2000'lere kadar Cumhuriyet'in hukuk ve yargı hattı bu minvalde ilerlemiş, fakat, AKP-Cemaat iktidarının yükselişi, Cumhuriyet açısından olağanüstü bir önem kazanmaya başlamış, Sabih Kanadoğlu, Nuri Ok vb. gibi isimlerin AKP'nin yükselişine karşı koyan bir "siyasi sınıf" haline gelmeye başladığı gözlenmiştir. AKP-Cemaat iktidarı ise tam anlamıyla "hukuk" ve "yargı" merkezli bir politik alan inşa etmiş, bütün politik operasyonların temel zemini ve aracı bu alana doğru kaymaya başlamıştır. Türkiye'de on yıldır iktidar merkezindeki politik hizip çatışmaları hukuk ve yargı merkezli yürütülmekte, hâkim ve savcılar ise bu savaşın serhad kadroları olarak görev yürütmektedirler. Geldiğimiz noktada ise yeni bir durum ile karşı karşıya bulunuyoruz. Yargı artık, genel siyasal savaşın ve iktidar hizipleri arasındaki mücadelenin bir aracının daha ötesinde, sokağın günlük, anlık ihtiyaçlarına anlık cevaplar veren aktif bir "fiziksel güç" biçimine kadar taşınmıştır. En olumsuz halinde bile sadece "siyaset” olarak görülebilecek eylemler ve eylem sahipleri derhal kriminalleştirilmekte ve tutuklanmaktadırlar.

Sahte oyunlar dönemi bitsin: Yeni yargı!

Geldiğimiz aşamada Türkiye halkı ve yargısı artık, yargının politik özgürlüklerin önündeki en büyük tehlike olduğunun, bu çerçevede her politik çatışmada egemen güçler lehine fark yaratma çabasının farkına varmalı ve gerçek bir yargının demokratik alt yapısını oluşturmanın yollarını acilen aramalıdır. Yargı konusunda sahte oyunlar dönemi bitmiştir. Aksi taktirde yargımız "infaz yargısı” geleneğinden göstermelik "yargı" hâlini de terk edip sadece "infaz” görevine doğru ilerleyerek kendi kendisi ile beraber ülkenin de ortak adalet ihtimalini tamamen imha edecektir. Türkiye, bu yargı cenderesinden kurtulmak üzere derhal Meclis'i, özellikle sivil toplum örgütleri ve yurttaşlarıyla harekete geçmeli ve "yeni anayasa"dan önce "gerçek bir yargı" talep etmelidir. Bugün demokrasi ve adalet mücadelesinin birinci gündemi ve zemini hukuk ve yargının yeniden inşası olmalıdır... Yargı açısından kaybedecek bir zaman da kalmamıştır...