Fırtınanın sokakları boşalttığı bir ocak gecesi, bir araya gelemeyeceğini düşündüğüm hadiseler ardı ardına gelmişti. Tünelden yeraltına

Fırtınanın sokakları boşalttığı bir ocak gecesi, bir araya gelemeyeceğini düşündüğüm hadiseler ardı ardına gelmişti. Tünelden yeraltına doğru ilerlemiş ışık hızına yakın bir süratle; “Bir Yolculuk”a çıkmıştım. Ölçülebilir zamanla on beş dakika süren, barındırdığı gizil güçle uzunca bir zaman dilimini kateden; absürd, tekinsiz, parıltı dolu o yolculuk...
Hayatta herhangi bir olay, ne zannedildiği kadar küçük ne de zannedildiği kadar fakirdir. Her olay, arkasında büyük bir dünya gizler*.
Karşılaşmanın pratiğe döküldüğü anlar... Farkında olmadan bilinçaltının, yani başka bir dünyanın keşfine çıkmış iki kişi…
Yol iki asır öncesine 19. yüzyıla uzanmıştı. Zamanın hem içinde hem dışında olamamamı sağlayan; cüretkâr bir başkalık deneyimiydi. Sir Neville Marriner’in topluluğu Academy Of St.Martin In The Fields; F. Mendelssohn, J.Haydn, L.V. Beethoven’ı yorumlarken müziğin mutlaklığında, tarifi zor bir yerdeyim. Olabildiğine tutkulu, alabildiğine neş’eli bir ‘uyum’da…
Döngüsel olan zamanda notaların ısrarlı tekrarı, güçlü ve ayrıştırıcı. Onu kesen herhangi bir kıpırtıya kayıtsız kalarak, tekdüze durdurulamaz bir biçimde. İnatçı bir yağmur damlası  gibi, insan duygularına kayıtsız temel bir güç gibi, hiçbir yapmacığa, özentiye kapılmadan F. Mendelssohn hâkim, şimdi. Haydn ve Beethoven ile dağılan Alman Romantizm’i, zihni katman katman açarak med ve dahi ceziri gerçekleştirmişti.
Romantikler bilinçsiz şeyin kaşifiydiler. Hindistan’ı arayan hayalciler, ruhlarını, tarihten önceki devirlerin masalarında söylenen çok eski mucizeler memlektine gönderiyorlardı. Kokular, kopup suyun üstünde yüzen çiçekler, çok defa yalnız gemicilere, şenlikli kıyıların yakın olduğunu bildiriyordu. Onlar da, Colomb gibi, buldukları şeyin ne olduğunu bilmiyorlardı. Çünkü bu uzak yer, bir ortaçağ  veya harhangi garip bir hayal ülkesi değildi, tersine, zekâlarının sonsuz komşu ülkesi onların içinde açılıyordu. Gece ve alacakaranlıkta belirenler, görünenin dışındakiler, sese söze bürünerek bir yapıta dönüşerek belleğimize boşalıyordu.          
Derinlerden gelen müzik, yaşanan mutlak; bununla birlikte muazzam bir yanılsama aracılığı ile yaşanır, çünkü yeniden sessizliğe döner dönmez dağılır. Geçici bir mutlak bu; eninde sonunda bir paradoks. Bu tecrübe, sürüp gitmek için devamlı olarak yenilenmeyi talep eder. Geceleyin olağanüstü bir boyut alır. En uçlara dokunma ve öteye gidememe duygusu yaşanır. Müzik aşkınlığın dilidir. Varlıkları sınırların yıkıldığı bir evrene sokar…
21. yüzyılda bizler, bu bahsettiğim evrene girmek yerine toplumsallığın işleyişinde parçalanırız. İnsanlar bir araya gelip ayrılırken, güçlerini birleştirip dağıtırken, anlaşmaya varıp bu anlaşmalarını  bozarken, kendilerini bir araya getiren bağ, sadakat ve dayanışmalarını toplayıp bunları yeniden dağıtırken kendi kendisini inşa ediyor, kendi kendisini bozuyor ve farklı biçimde yeniden inşa ediyor. Ama bir de Romantikler var. Her şeyin fazlaca hızlı olduğunu söyleyen, mekânları uzama oturtan, bir konser salonunda bir araya gelerek düşlere dalan, yüzyıllar arasında salınan.
Asırlık yolculuklara çıkmak, kendine ait bir hali keşfetmek isterse kişi,  İş Kuleri’nden içeri bir adım atabilir. Belirtmeliyim, onuncu yılını kutlayan kurumun, bu yılki programı cazip ve güçlü, takibe değer.
Ayrıca günün konjoktürü açısından da anlamlı bu takip. Çok sesliğe hiçbir zaman tahammülü olamış bir coğrafyada algı  dönüşümü nasıl gerçekleşbilir diye düşünüyorum. Son dönemlerde sivil anayasayı tartışma zemini bulmuşken belki işe çok sesli müziği dinleyerek, hissederek başlayabiliriz. Bir öneri…
www.ıssanat.com.tr
*O gece yaşanan yolculuk hadisesini, olan-olmakta zinciri bir sonraki yazıda aktarmaya devam edeceğim.