Ben, sizi onca yitik fotoğraftan sonra derman kalır da gözünüz değer diye o güne götüreceğim. Hani, evlendiğimiz günün her daim sızlayacak hatırasına

Bir fotoğrafın anısı

> DENİZ DOĞAN

Biz öldük! Bir feryattı dilimizde barış. Onu demeye gelmiştik. Adım adım, sokak sokak... Başka ne gelir elimizden? Şiirlerimizi, türkülerimizi kuşanıp dökülmüştük meydana. Bizde öyledir, umudumuz bir türkünün avazından bir şiirin ciğerine gider gelir.

Bozuk düzende sağlam çark olmazmış. Bildik de, sözümüz vardı birbirimize. Ülkem kanarken oluk oluk, bakmadık bir yıllık evliliğimize, herkes, ‘küçük harfli mutluluklar’dan alsın payını diye çıktık yola. Öldük ülkemin orta yerinde körü körüne. Hep öyle olmuyor mu?
“Öldük, ölümden bir şeyler umarak.” (1)

Şimdi bakmaya göz, görmeye izan ister fotoğraflar arasında belki bizimkine de denk gelmişsinizdir. Hayır, bütün vuslatların tarihini tutmuş, artık onmaz ayrılıkların çetelesini tutacak o tren garında çekilmiş can pazarlarını demiyorum. Ardımızdaki ağıtları, -ki ben daha diyemem onun nasıl bir şey olduğunu- gülümser yarınların hayaliyle kıydığımız geleceğimize dökülen yaşları da geçtim. Geçtim bir an, ne mağlubu ne galibi olacak bu kin, bu öfke, bu ölü yarıştırıcılığını.

Hepsi bitsin diye çıkmıştık yola, onu bilin yeter!

Ben, sizi onca yitik fotoğraftan sonra derman kalır da gözünüz değer diye o güne götüreceğim. Hani, evlendiğimiz günün her daim sızlayacak hatırasına. Bakılıp geçilmiyor, duruyorsunuzdur. Durun. Anlatayım. O gün de sokaktaydık, sırça saraylarda değil. Bana kalsa, tenimde ferah feza bir gömlek, ayağımda keten bir pantolon yeter de artardı. İki dirhem bir çekirdek çıkınca, takılmıştı arkadaşlar “oğlum bu ne hal, penguene dönmüşsün” diye.
El ele yürüdük sokaklar boyu. “Anısı biz olalım bu sokakların” (2) der gibi. Hıçkırırcasına taşırmışım mutluluğu, tam o sırada basmışlar deklanşöre. Bir elim havada asılı kalmış, telli duvaklı sevinçlere sarınmış sevdiğim. Sevdiğim, uzak bakışlı sevdiğim. Öğretmendi. Çocuklar sarmıştı çepeçevre etrafımızı, güvercinler gibi. Uç desen uçacaklar, öyle heyecanlı...

Biliyorum solmuş gülüşümüzü, birbirimizden kopmuş ellerimizi getirdiklerinde de toplaştılar başımıza, “...Meraklıdır ölülere çocuklar...(3)

Ama sözümün hükmü kaldı mı bilmiyorum. Kaldıysa sözüm kalanlara! Ben makinisttim.Anlarım küçük çarkın büyüğü çevirdiğini. O yüzden tek diyeceğim: geçin dümene, “motorları maviliklere süreceğiz” demeye.

Ve öğretmenler; aç kuşlar gibi besleyin çocukları, bütün meraklarını doyurun.

• • •
Bir değil, bin kez ölsek de, dört yana saçılsa da viran hikâyelerimiz -Biri ellibeş yaşında, bir oğlu olmuş kırkbeşinde, adını Deniz koymuş. El ele gitmişler. Biri, öldüğünde doğum günüymüş. Biri, gitmeden son bir kadeh içmiş akşam çökerken. Dizlerini çürütürcesine dövüyordu geride kalmış eşi, ‘keşke gitme deseydim ama ben nasıl diyeyim gitme diye. Öyle biri değilim ki ben.’-
Barış demekten gayrısına varmayacak dilimiz.
Kanı keser gibi haykıracağız:
“biz kırıldık daha da kırılırız” ama
“kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza” (4)

Bir yıllık evli Yılmaz & Gülhan ELMASCAN’a ve tüm gidenlerin anısına...

(1) Cahit Sıtkı TARANCI, Ölümden Sonra
(2) Ahmet TELLİ, Anısı Biz Olalım Bu Sokakların
(3) Nazım Hikmet, Cenaze Merasimim
(4) Cemal SÜREYA,Ortadoğu şiirinden