Tam 20 yıl önce futbolun en güzel sürprizlerinden birine tanıklık ettik. Fransa'nın kuzeyinde bulunan bu 74 bin kişilik sahil kasabasının takımı olan Calais’ın unutulmaz hikâyesi...

Bir futbol masalı: Calais

Futbol tarihinin gördüğü en büyük sürprizlerden biriydiler. Tam 20 yıl önce bir daha asla yaşanmayacak bir mucizeye imza attılar. Sadece ülkelerinde değil, dünyanın dört bir köşesinde bu oyuna gönül vermiş sayısız insanın gözlerini yaşarttılar. Ve artık yoklar...

Calais adını hiç duymuş muydunuz? Fransa'nın kuzeyinde bulunan bu 74 bin kişilik sahil kasabası, İngiltere'ye açılan kapı. Coğrafyayı hallettiysek azıcık da tarihe göz atmalı. Aslında planlanan olsaydı ismini tüm yeryüzü duyacaktı... İkinci Dünya Savaşı'nda Amerikalıların harekât yapmayı düşündüğü asıl topraklar olsa da ihale başka yere kalmıştı. Hal böyle olunca da filmler, kitaplar, belgeseller Normandiya Çıkarması'nı anlatmıştı.

KULÜP 2017'DE TASFİYE EDİLDİ

İşte o gölgedeki mıntıkanın futbol takımı Calais Racing Union (Calais RUFC) 2017’de mahkeme kararıyla tasfiye edildi. Aslında onlar 1974'te iki takımın birleşmesiyle doğmuşlardı. 1902'de kurulan Racing Club de Calais, Fransa Kupası'nın ilk yıllarında başarılı neticeler almış; kısa bir süre profesyonel olduktan sonra 1938'de amatörlüğü seçmişti. 1947'de faaliyetine başlayan Union Sportive'in de Fransa Kupası'nda son 32'ye kalmışlığı vardı.

Ekonomik açmaz gerekçesiyle kapısına kilit vurulan minikler pek haber bile olmadı. Oysa onlar imkânsızı başardıklarında, uzaktaki diyarlarda bile manşetti.
Tarihler 7 Mayıs 2000'i gösteriyordu... Fransa Kupası finali Stade de France'ta sahibini bulacaktı. Zidane ve arkadaşlarının iki yıl önce dünya şampiyonu olarak taçlandıkları mabette Nantes ile adını kimsenin bilmediği bir takım buluşacaktı. Tesadüf bu ya ikisinin de lakabı Kanaryalar'dı. O gün çimlerde yaşananlar belki de hüzünlü bir masaldı. Türkiye 10 gün sonra oynanacak başka bir finale odaklandığından, hafiften gölgede kalmıştı Paris'teki o pazar akşamı...Miniklerin kupa serüveni dördüncü turda başlıyordu. Kendi sıkletindeki rakipleri bir bir aşan Calais, bu sefer karşısında o zamanlar ikinci küme tozu yutan Lille'i buluyordu. Julien Denis Stadyumu'nun tribünlerini dolduranlar, oyuncularıyla gurur duyuyordu. Ummadık taş baş yarıyor, kuzeyin iki temsilcisinin randevusunu penaltılarla amatörler kazanıyordu.

ÇIĞ GİBİ BÜYÜYEN ÇILGINLIK

Son 32'de şanslıydılar; rakipleri kendilerine denkti. Langon-Castets maçını rahat kazanan miniklerin karşısına Cannes dikilmişti. Beş sezon önce Fenerbahçe'yi rahat geçen, memlekette “Kan, Van” esprilerinin yapılmasına neden olan takım, ikinci ligde boy gösteriyordu. Söz konusu eşleşmede ağları bulanlardan Patrick Vieira ile Johan Micoud çoktan yuvadan uçmuştu. Uzatmalara kalan mücadelenin 114. dakikasında Sebastien Chabaud ağları bulduğunda, birçokları masal bitti diyordu. Aslen sosyal hizmetler görevlisi olan Christophe Hogard 118'de eşitliği sağlıyor; penaltılarla destanları sürüyordu. Sakinlerine istihdam yaratamayan kasabadaki yüksek işsizlik oranı unutuluyor, Calais çılgınlığı çığ gibi büyüyordu.

Çeyrek finaldeki rakip Ligue 1 temsilcisi Strasbourg’du. Lens'ın yuvası Felix Bollaert Stadyumu'nda toplananlar, amatörleri heyecanla bekliyordu. Tüm Fransa onları konuşuyordu. Geriye düştüklerinde, birçokları “buraya kadarmış” diyordu. Fakat miniklerin pes etmeye hiç niyeti yoktu. Onların olağan şüphelisi Hogard eşitliği sağlıyor, aslen bir mağazada çalışan Jocelyn Merlen skoru ilan ediyordu. Yalan yok, bu satırların yazarı da onları ilk defa bu maçtan sonra duymuştu…
12 Nisan 2000'de Monaco'yu tek golle geçen Nantes final biletini kapmıştı. Aynı gün minikler, uğurlu Felix Bollaert Stadyumu'nda bir önceki sezonun Ligue 1 şampiyonu Bordeaux ile buluşmuştu. Kulağa bu müsabaka, şüphesiz ağır sıklet bir boksörün sıradan birisiyle dövüşmesi gibi geliyordu. Şarap diyarının temscilsinde Christophe Dugarry, Lillian Laslandes, Sylvan Legwinski, Ulrich Rame ve Micoud gibi yıldızlar forma giyiyordu.

Maç yine uzatmalara kalmış, ilk kurşunu Calais sıkmıştı. Uzaktan muhteşem bir gole imza atan Cedric Jandau sözleşmeli bir çalışandı. Laslandes eşitliği sağlamış, savunmanın hatasından yararlanan öğretmen Mathieu Millien minikleri yine öne geçirmişti. Mikael Gerard skoru ilan ediyor, kırmızı-sarı formalı, siyah şortlular adlarını finale yazdırıyordu. Şaka değil, gerçekti.

Kasaba, tarihinin gördüğü en büyük kutlamaya sahne olurken, hocaları Ladislas Lazano hastanelik oluyordu. Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac onu bizzat aramış, tanışmak için randevu almıştı. Oyunculara bir sponsor tarafından ödenen galibiyet primi cabasıydı. Adeta rüya aleminde yaşıyorlardı.

Hiç unutmam o pazar gününü. Finalin Eurosport'tan naklen yayınlanacağını öğrendiğimde, odamda kamp kurmuştum. Bugün hayatta olmayan üç kedimle akşamı beklemeye başlamıştım. O isimsiz kahramanlar, Stade de France'e ayak bastığında gözlerim dolmuştu. Şüphesiz bu maç, babasından futbol masalları dinleyerek büyümüş bir velet için kendi çocuklarına anlatacağı futbol destanıydı.

ÖNE GEÇTİLER AMA...

Aslanlar gibi çarpışan minikler, kulüpte aynı zamanda altyapıda çalışan Jerome Dutitre'in karambolden attığı golle öne geçmişti. Nefesler kesilmişti acaba amatörler UEFA Kupası'na mı gidiyordu?

İkinci devrede Nantes adına sahne alan Antoine Sibierski, skoru eşitlemişti. Maç yine uzatmalara gidecek derken, Alain Caveglia yerde kalıyor, hakem Claude Colombo beyaz noktayı gösteriyordu. Penaltıyı kullanan Sibierski hata yapmayınca, futbol tarihinin en güzel masallarından birinin sonu kötü bitmişti. Tribündeki binlerce insan ağlıyordu. Maçı anlatan spikerlerin sesi çatlamış, bizim eve yas çökmüştü. Zafer, bir sezon sonra ligde de şampiyon olacak Nantes'ın olmuştu. Seremonide her iki kaptanın kaldırdığı kupa, her şeyin özetiydi. Unutulmaz file bekçisi Michael Landreau, satış sorumlusu Reginald Becque'i davet etmiş, o an ölümsüzleşmişti.

Ertesi gün minikler kasabalarında kahramanlar gibi karşılanırken, bugün hayatta olmayan dedemi ziyarete gitmiştim. Bir de ne göreyim, Eurosport açıktı. Evet, finalin tekrarı vardı. Derken o penaltı atıldı ve binlerce insan yine ekranlarda göz yaşı dökmeye başladı. Dedem ne olduğunu sorduğunda, bir peri masalının sonuna şahitlik ettiklerini söylemiştim. Hikâyeyi anlatınca, dedemin bile gözleri dolmuştu. Bendeniz yine ağlıyordum...

AMATÖRDE 9’UNCU SIRADAYDILAR

O memur, işçi, öğretmenler sanki her gün biraz daha fazla metalaşan futbola bir nanik yapmışlardı. Calaisliler, kendi Dünya Kupası finallerini kaybetseler de bir daha asla tekrarlanmayacak bir başarıya imza attıklarında, amatör birinci ligde sadece dokuzuncuydular.

Kaybedenler de bir gün kazanabilir miydi? Onlar tarih, tarih de onları yazabilir miydi? İşte 7 Mayıs 2000'de en azından bu gerçekleşmişti.

Artık olmayan bu minicik kulüp bize aslında bir peri masalından çok daha fazlasını anlatıyor. Futbol kâğıt üstünde oynanmıyor; insanın azmi sınır tanımıyor: Yeşil sahada da, hayatta da! Sanki bu karantina günlerinde daha da iyi kavradığımız gibi…