Malraux, çok arzuladığı ‘cephe içi görüş birliği’nin giderek imkânsızlaşmakta olduğuna tanıklık eder. Umutsuzluk da umudun yanı başındaki yerini sürekli hissettirir. Sovyet Devrimi, Enternasyonal ve dayanışmanın harladığı umut, söz konusu ‘ayrılıklar’ yüzünden bomba ve mitralyözlerin gürültüsü içinde ‘sessizce’ kaybolur.

Bir gün belki...

Aydın Afacan

En ‘diyalektik’ kavramlardan biri olmalı Umut, karşıtı içindedir: Umutsuzluk. ‘Kıvraktır’ da ayrıca, her yer ve zamanın kendisine göre şekillenir; o konumun, o anın rengini, tadını, kokusunu taşır. Uğramadığı yer yoktur; felsefeden şiire, çölden okyanusa… Çok dikkatlidir, uğrayacağı yeri iyi seçer. Alanı geniştir, bir ‘kırkambar’ örneği olan Ernst Bloch’un bilgelikle dolu Umut İlkesi gibi… Tahminlere, kehanetlere, olasılıklara bitişir; bu yazının başlığındaki gibi… ‘Umut’u ‘komşu’larından ayırmak zordur kısaca. Onunla ilgili geniş bir ‘literatür’ de oluşmuştur: Atasözleri, kavramlar, deyimler; kimine göre umut “iyi bir kahvaltı, kötü bir akşam yemeği”, kimine göre “fakirin ekmeği”… Romantiktir, karşıtıyla birlikte; bu hâli kimi sorulara da bulaşır: İnsan, Gilgameş’in binbir güçlükle bulup derinliklerden çıkardıktan hemen sonra yılana kaptırdığı ‘ölümsüzlük otu’nu yeniden elde edebilecek mi? Âşık Kerem gibi sihirli gömlek içinde yanmadan ‘Aslı’sına kavuşabilecek mi? Gilgameş’in, Orpheus’un, Habil’in, Kerem’in ve daha birçoklarının kaderini belirleyen ‘ortak nokta’ neydi? Yine insan, kan dökülmeyecek bir ‘kent’ kurabilecek mi?

Kötülükle ‘kapalı kalmak’…

Eski Yunan’da umudun hali pek iç açıcı sayılmaz. Olympos’lular ile Titanlar arasındaki iktidar savaşı kurnazlık ve hilelerle doludur. Prometheus’un ateşi ‘narthex’ kamışında saklayıp insanlara vermesine öfkelenen Olympos efendisi Zeus, onu korkunç bir işkence ile cezalandırır: Bir kayaya zincirlenecek ve ciğeri bir kartal tarafından her gün gagalanacaktır. Kardeşi Epimetheus ise Prometheus onu önceden tembihlemiş olmasına rağmen Olympos’luların verdiği armağanı kabul eder. ‘Armağan’ Pandora adında bir kadındır -‘eril zihniyetle malul’ bir mitos tabii- ve onunla birlikte verdikleri ‘kutu’ ise içinde her türden kötülüğün bulunduğu ünlü “Pandora’nın Kutusu”dur. Kutunun içinden kötü şeyler çıkarak yeryüzüne dağılır. Bir de umut vardır, yalnız o çıkamaz kutudan. Sıra ona geldiğinde kutu kapanmıştır. Hesiodos, İşler ve Günler’de şöyle der: “... Pandora açınca kutunun kapağını, / Dağıttı insanlara acıları dertleri. / Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık / Kapağı açılan dert kutusundan. / Umut tam çıkacakken Pandora kapamıştı kapağı, / Böyle istemişti bulutları devşiren Zeus”. (ç. A. Erhat, S. Eyuboğlu) Bu mitosa dikkat edilirse, iyiliklerle değil kötülüklerle birliktedir umut! ‘O zamanlar’ bu işi etraflıca düşünmüş olmalı eski Yunanlar. Neden oradadır umut? ‘Kötü’nün birtakım etkilerini bertaraf etmek için mi? Bu noktada Adorno’nun Minima Moralia’daki bir vurgusu anımsatılabilir: “Kendini mutlak güçsüzlük içinde ortaya koyan şeyin, aynı anda hem kusursuzluk hem de hiçlik olan güzelliğin büyüsünde, kadirimutlaklık yanılsaması kendi negatif yansısını bulur: Umut. Bütün kuvvet sınavlarından kaçmıştır.”

Sanat ve umut…

Adorno’nun deyişiyle, bir ‘negatif yansıma’ olarak umudun ortaya çıktığı yer, ‘güzelliğin büyüsü’, yani sanat etkinliğidir. Sanatın bu özelliğine ilişkin vurgu yerindedir elbette; sanat eserlerinde umudun çelişkili ve hatta kimi zaman sefil yanlarına değinilmiş olsa da. Evet, beklentinin sefaleti de yansıyabilir bazen. Kafka’nın Dönüşüm’ünde ailesinin bir sabah uyandığında kocaman bir böceğe dönüşmüş Gregor Samsa karşısındaki tutumu, aslında bir yerde ‘umut’un sefaletine de işaret eder. ‘Küçük adam’ın sefilce umudu, umutsuzluğa dönüştüğü yerde daha da sefilleşir.

Andre Malraux’nun, bir direnişin romanı olan Umut’u kimi yerde derin umutsuzluklar da barındırır. İspanya İç Savaşı'nı sol cepheden aktaran romanda Cumhuriyetçi cephenin Franco karşısındaki yenilgisinin en önemli nedeni sayılan ‘ayrılıklar’ dolayısıyla kayıplar günbegün artar. Malraux, çok arzuladığı ‘cephe içi görüş birliği’nin giderek imkânsızlaşmakta olduğuna tanıklık eder. Umutsuzluk da umudun yanı başındaki yerini sürekli hissettirir. Sovyet Devrimi, Enternasyonal ve dayanışmanın harladığı umut, söz konusu ‘ayrılıklar’ yüzünden bomba ve mitralyözlerin gürültüsü içinde ‘sessizce’ kaybolur.

Aslında umudun olumlu veya olumsuz özelliklerinin öne çıktığı zamanlar daha azdır. George Frederic Watts’ın ‘Umut’ adlı tablosundaki gibi, ‘her neyse o’ olup olamadığı belirsizdir. Watts, umutsuzluğun adını ‘Umut’ koyarak onu yerinden etmek istemiş olabilir miydi? Ama tabloda umut için de yeterince ‘veri’ bulunuyor. Tek teli kalmış liri çalmak ve onun müziğini duyma çabası umuda dair değil midir? Ayrıca yumuşak fırça darbeleri ile oluşan atmosfer de umuda özgüdür, o atmosferin yarattığı ‘rikkat’ de. Rengin de katkıda bulunduğu melankolik hava, kadın ve lirin üzerinde durduğu küre ile yine melankolinin ‘Kara Güneş’ini çağrıştırır. Evet, romantik olduğu gibi melankolik yanları da olabilir umudun.

Erich Fromm, Umut Devrimi’nde “umudun kendi içinde çelişkili (paradoksal)” olduğunu vurgular. Umudu, zamanı geldiğinde sıçramaya hazır çömelik bir kaplana benzeten Fromm’a göre, “Ne edilgin bir bekleyiştir, ne de gerçekleşmesi olanaksız koşulların gerçekçi olmayan bir şekilde zorlanmasıdır.[…] Ne yorgun bir reformculuk umudun bir anlatımıdır ne de sözümona-köktenci serüvencilik”… Bloch’a ilişkin enteresan yaklaşımı bir yana, Terry Eagleton’ın İyimser Olmayan Umut’undaki gibi, hem teolojik bir ‘erdem’ olarak hem de gündelik pratikler ve tarihsel olgular ışığında bakmakta yarar var.
‘Umut Heykeli’…

Baştan söylemeli: Her yerdedir o heykel! Latin şair Alciatus, Simgeler Kitabı’nda şöyle der: “Kaderin kudretine karşı yaratılmıştır sanat…” Adorno’nun yukarıdaki aktardığım ‘negatif yansısı’, Alciatus’un bu ‘iddia’sını destekler niteliktedir. Sanatın ‘direniş’ini bu bağlamda da ele almak gerekir. Öyleyse bir ‘iddia’ da şu: İnsan sanat yapacak donanımda olduğu sürece umut vardır. ‘Umut Heykeli’ adlı ‘Simge 44’te şunu yazar Latin Şair: “Hangi Tanrıça bu böyle, yıldızları seyrediyor sevinçli gözlerle? / Kimin fırçasıyla resmedilmiş heykeli? / Elpidius’un ellerinden çıktım ben. Adım Umut, / zavallıların yardımına Hızır gibi yetişirim…” (ç. Ç. Dürüşken). İnsan her durumda umut besler, daha çok ‘yokluk’ta! Evet, ‘yok iken’ unutulmamayı umut ederek, Cem Karaca’nın ünlü şarkısındaki gibi: “Belki bir gün hayattan…”