Üç milyonun üzerindeki Suriyeli sığınmacının geçici statüde tutulması çözüm değil. Herkeste “bir gün giderler” diye bir rahatlık var. Toplumun bu gerçeklikle yüzleşmesi gerekiyor

‘Bir gün giderler’ rahatlığı  sorunu ötelemek demek

YAŞAR AYDIN yasaraydin@birgun.net @yasaraydinnn

Bayram dolayısıyla Suriye sınır kapıları açıldı. Binlerce Suriyeli sınır kapılarına akın etti. İçlerinde Türkiye’de doğan 170 bin çocuğun da bulunduğu yaklaşık 3 milyon Suriyeli mülteci, yıllar sonra ilk kez yurtlarına dönebilecek. Sınır kapılarının iki hafta boyunca açık kalacağı belirtiliyor. Sınırların açılması bir nevi eve dönüş bileti. Ankara, iki yıl önce sınır kapılarını kapatmış, Avrupa Birliği ile yapılan anlaşma sonrası ülkeye gelen Suriyeli mültecilere karşı güvenlik önlemlerini arttırmıştı.

Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof.Dr. Murat Erdoğan, Türkiye’deki 3 milyonun üzerindeki Suriyeli sığınmacının geçici statüde tutulmasının çözüm olmadığını vurgulayarak, ‘’Gerçeklikle yüzleşmemiz gerek’’ diyor.

» Suriye’de işler tam olarak dengeye oturmasa da sona doğru gidiliyor gibi bir görüntü var. Orada belirli bir oranda denge olduğunda yaklaşık üç milyonun üstündeki mültecilerin geri dönme ihtimali var mı?
Bayramdan dolayı sınırda müthiş bir hareketlilik oldu. Türkiye’den birçok insan akrabalarını görmeye gitti. Sadece bunun için de özel düzenlemeler yapıldı. Çünkü uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye’ye gelmiş sığınma almış kişilerin canı istediğinde “hadi ülkeme gidiyorum” demesi normal bir şey değil. “Ülkene gidebiliyorsan o zaman burada ne işin var?” sorusu geliyor hemen devamında. Dolayısıyla bu görüntü de bazı insanlara heyecan verdi.
Suriye’de durum Rusya’nın devreye girmesi ve Esad rejiminin güçlenmesiyle stabilize oldu. Bizim, Türkiye’ye sığınanların da çok büyük bölümünün arzu etmediği bir şey aslında. Yaptığımız çalışmalarda Suriye’de savaşın bitmesi tek başına yetmiyor. İnsanlar, rejimin de değişmesini arzu ediyorlar. Çalışmalarda bunu çok net bir biçimde görüyoruz. Diyorlar ki; “biz ülkemize geri döneriz eğer ülkemizde savaş biterse ve eğer ülkemizde rejim değişirse.” Bununla birlikte önümüzdeki dönem içinde en güçlü, en gerçekçi opsiyon hatta artık Türkiye’nin bile yavaş yavaş bu konuda hiç ağzını açmadığı opsiyon, Esad’ın varlığı kabul oldu. “Esad olursa biz yokuz” noktasından “ Esad’lı da olur” demeye başladık. Şu aşamada “Esad gitsin ancak öyle bir şeyler yaparız” ortadan kalktı.

» Bu durum mülteciler için neden önemli? Savaş bitiyor gibi görünüyor.
Bunu şunun için anlatıyorum. Baskıdan, şiddetten, bombadan kaçmış insan için ülkesinin istikrarlı hale gelmesini görmek daha zor. Yani bizim için orası güllük gülistanlık olabilir. Ama onlar için öyle değil. Çünkü orada hala risk alanları var. Hala mesela Kürtlerin ne yapacağını kestirebiliyor muyuz? Acaba bir devlet mi kuracaklar? Acaba bu devlet, içine aynı zamanda Irak’ı mı alacak? Yoksa orada PYD’nin güçlü olduğu bir alan mı oluşturulacak? IŞİD belirli bölgelerden anlaşmalarla çekiliyor, hangi bölgelere geçecek? Rejim hangi bölgede hangi otoriteyi sağlayacak? Yani güvenlik riskleri hala çok üst düzeyde devam ediyor. İkincisi kafalarında acaba döndüklerinde “rejim bize eziyet eder mi?” sorusu var. Üçüncü neden ise bu insanların evleri, barkları, iş yerleri yıkıldı. Barış geldi demek, bu insanların bıraktıkları evlerin anahtarlarını vermek anlamına gelmiyor ki. Oralar harap olmuş durumda. Dolayısıyla bu insanların gidiş motivasyonları açısından epey bir sıkıntıları var. Ayrıca kalış motivasyonlarını artıran başka unsurlar var.

» Gidişlerini engelleyen karşı motivasyonları biraz açar mısınız?
Çünkü en azı iki senedir Türkiye’de yaşıyor. Büyük bölümü dört senedir. Yani kademeli olarak baktığınız zaman Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin 3.5-4 yıl arası bir ortalamaları var. Bu insanlar sınır bölgesinde kalmadılar.
Edirne’ye,Tekirdağ’a, Trabzon’a, Rize’ye kadar Türkiye’nin her tarafına yayıldılar. Kitlesel göç olaylarında iki tane temel faktör var. Bir: Gelen grup eğer sınır bölgesinde kalırsa, iki ülkedeki kriz çok uzamazsa, bu da en fazla altı ay, o zaman insanlar geri dönüyor.

Bir başka motivasyon unsuru da ideolojik motivasyondur. Mesela Kürtler dönüyorlar. Çünkü bir başka hayalleri var. Şu an mesela Türkiye’deki Sünni Arapları motive eden ve onları sürükleyen bir merkezi yapı oluşturulamadı. Bu konuda özel çabalar sarf edildi ama bunun içinde de çok ciddi çatışmalar var. Bölünmeler var. Tüm kitleyi motive edebilecek güce çok fazla sahip değiller.

bir-gun-giderler-rahatligi-sorunu-otelemek-demek-310518-1.

» Ne yapacaklar?
Dolayısıyla bu insanların, buradaki kalış süreleri artınca ülkenin her tarafına dağılınca; iş, emek sömürüsü çok yoğun yaşanıyor, çocukların bir kısmı çalıştığı için okula gidemiyor olsa bile; azı okula gidiyor, komşu ediniyorlar vs. işin rengi değişiyor. Sosyolojik gerçeklik işi zorlaştırıyor. Bakın hep bu örneği veriyorum. 50-60 sene önce Türkler Avrupa’ya gittiklerinde bir yıllığına gitmişlerdi. Dönecekleri güzel bir ülke de vardı. Ama buna rağmen dönemediler. Türkiye’deki Suriyelilerin genel eğitim seviyesinin oldukça düşük olması da etken. Mesleki yeterlilik bakımından da düşük bir ortalama var. Oraya gittiklerinde de öyle ahım şahım şeyler yapmayacaklar. Yaptığının üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yapacaklar. Dolayısıyla burada eziyet çekiyorlar, çok kötü koşullardalar diyoruz, doğru. Ama Suriye’deyken de bir eli yağda bir eli balda insanlar değildi bunlar. Dolayısıyla onlar için hala Türkiye’de kalmak şu an cazip.

» Bayram döneminde yaşanan tüm görüntülere rağmen 3,3 milyon Suriyelinin Türkiye’de kalmaya devam edecek diyorsunuz? O zaman ne yapılmalı?
İlk sene bir beklentiniz olabilir. İkinci sene başka bir şey olur. Ama altı sene oldu. Türkiye’de Suriye müfredatına göre eğitim gören üç yüz bin çocuk var, Arapça eğitim gören. Bugün artık bunun bir anlamı olmadığının bile farkında değiliz. Milli Eğitim Bakanlığı artık başka okul açmamaya karar verdi. Onlara öğrenci kaydetmemeye çalışıyor ve daha çok devlet okullarını devreye sokuyoruz. Ama hala işin çok gerisindeyiz.


Buradaki gerçeklikle yüzleşmede bir sorunumuz var. Bu insanlar kalacaklar dediğimizde hem toplumdan gelecek tepkiye çekiniyoruz hem de biz bu savaşı biraz kaybettik gibi oluyor. Esad hala orada, bizim o dönemki başbakanımız ortada değil. Bunu kabullenmek zor. Topluma anlatmak da zor.

Yaklaşık 3.6 milyon insanla bir arada yaşıyoruz. Dünyanın başka hiçbir toplumunda bu kadar rahat olmazdı bu iş. Toplumsal kabul düzeyi çok yüksek ama insanların tepkisi, kaygısı, korkusu, endişesi de çok belirgin. Bunun herkes farkında. Vatandaşlık konusundaki tartışmalar bize bunu çok net gösterdi. O yüzden diyorum ki toplumsal kabul düzeyi yüksek ama kırılgan. Buna dikkat etmek lazım.

Suriyelilerin varlığına ilişkin bazı illerden sıkıntılı haberler de geliyor. Almanya’da kısa bir süre önce yayımlanan bir rapora göre ülkedeki Suriyelilere ve yabancılara yönelik saldırılar arttı. Türkiye’de hala sistematik değil anlık gelişen belirli bir olay üzerinden başlayan gerilimler görüyoruz. Gençler kavga ediyor ve mahalleli toplanıyor. Ama hâlâ çok şükür kitlesel çatışmalar döneminde değiliz. Türk toplumu bir şekilde bu konudaki sabrını, hoşgörüsünü tutuyor. Bu değerli bir şey. Bunun politikacılar tarafından kıymetinin bilinmesi gerekiyor.

» Yaşanılan süreci Suriyeliler açısından nasıl değerlendirebiliriz?
İhmal ettiğimiz başka bir şey de burası. Suriyeliler tarafın çok pasif bir alan olarak görülüyoruz. Sanıyoruz ki onlar bize teşekkür ediyorlar, her gün bize dua ediyorlar. Öyle bir şey yok. Türkiye’de karşı karşıya kaldıkları toplumsal çevre onları rahatsız ediyor. Çalışma koşulları onları rahatsız ediyor. Türkiye’de yabancı olmak onları rahatsız ediyor. Yani bu konuda birçok şey var. Sıkıntılar onlarda bir öfkeye de yol açıyor. Yakında başka türlü sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz hazırlıklı olmamız lazım. Bu konuyu ne yazık ki hala küçümsüyoruz. Konu çok arka planda kalırken, hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz. Avrupa’daki bir ülkeye 20 bin mülteci gidince hop oturup hop kalkıyorlar. Çünkü bunun getirdiği riskler var. Bu durum sadece yardım sevmemekle ilgili değil. Sosyal, siyasal riskler bütün ülkeleri tehdit ediyor. Belki bu kadar tedirgin olmamamız lazım ama bu kadar da boşlamamamız lazım. Bürokratlar çok çalıştı. Kendiliğinden olmadı bu süreç. Hala ülkede bir kararsızlık ve karasızlığın getirdiği kaynak, zaman israfı yani kuşaklar israfı yapıyoruz. Kuşaklar gidiyor. Onların ileride yol açacağı sıkıntıların çok farkında değiliz.

» Suriyelilerin nerelerde hangi koşullarda yaşadığına dair sağlam bilgilerimiz var mı?
Dünyanın başka yerlerinde de böyle krizler oldu. Kayıtları BM Mülteciler Yüksek Komiserliği alır. Mesela Ürdün’de öyle, Lübnan’da öyle. Bizim kayıtları İçişleri Bakanlığı alıyor. Çünkü biz “Sağlam yapılarımız var ve kayıtlarımızı kendimiz alacağız” diyoruz. Ama Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kuruluşu 2014. Dolayısıyla bir milyondan fazla insan içeriye girmişti. Bu kurum kuruldu ve kayıtlara çok geç başladık. Bir de bir yerleşke yapamadık. Gelen 3,3 milyonu sınırda da tutamazsınız zaten. Kamplara yerleştirseniz bile kamplarda 250 bin kişi var. Daha fazlasını kamplara da koyamazsınız zaten. Dolayısıyla bir kontrolsüzlük oldu ve dağıldılar. Şu an dağılanların verilerini yeni topluyoruz. Bu konuda da iyi bir noktaya gelindi. Acaba ayrılanlar öldü mü, kayıp mı oldu, başka bir yere mi gitti, çifte kayıtlar var mı, yok mu? Kayıtlamayı yeniden tekrarlıyoruz. Şu anda kayıt altına alınmamışların sayısı yüzde 2-3’lerdedir. Diğerleri kayıt altına alındılar ama mobiliteyi engelleyebilmemiz çok olanaklı değil. Öyle olunca insanların nerede, nasıl oturduğunu, kolay kolay tespit edemiyorsunuz. Bundaki en büyük sıkıntı da Suriye’yle bağlantımız yok. Dolayısıyla Suriye’ye soramıyoruz ‘’bu adam kimdir’’ diye.

» Tabloyu çok net ortaya koydunuz. Türkiye bu koşullarda ne yapmalı?
Gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor. Tabii ki tek bir gerçek yok. Yaşanan örnekler var, tecrübeler var. Biz savcılık yapacak durumda değiliz. Ben kendi görüşümü söylüyorum. Üç seneden sonra bu insanların kalıcılık durumları olağanüstü üst seviyeye çıktı. Dolayısıyla bizim uyum politikaları yapmamız lazım. Yalnız uyum politikalarına siyasiler şüpheyle bakıyor. Diyorlar ki biz bu politikaları yaparsak bunlar kalıcı hale gelir. Uyum politikası sonrası bizde kalırlarsa riski 5 puansa, uyum politikası yapmazsak da bizde kalırlarsa risk 50 puandır. Biz eninde sonunda çocukların eğitimi, iş alanı, barınma alanı, başta olmak üzere çok ciddi politikalar üretmemiz gerekiyor. Yerel yönetimlerin biraz daha etkin olması gerekiyor. Bu konuda onların daha aktif olması gerekiyor. Ve her halükarda toplumun da desteğinin alması gerekiyor. Şimdi herkesin “Bir gün giderler” diye bir rahatlığı var. Toplumun da bu gerçekle yüzleşmesi gerekiyor. Dolayısıyla kapsamlı bir politikaya mecburuz. Bunu başka ülkeler istiyor diye değil, kendi huzurumuz için buna mecburuz. Savaştan kaçmış çocuklar bunlar. Sonra geliyorlar 5 sene boyunca okul yok meslek yok öteleniyorsun dışlanıyorsun bir süre sonra öfke doluyorsun. Bunun yumuşak bir karna dönüşmemesi akla ziyan bir şey olur.

» Türkiye yönetimi uyum politikalarının maliyetinden mi çekiniyor?
Bence maliyetli değil. Acil durum yönetimi yapıyoruz biz şu anda. O daha pahalı. Sadece günü kurtarırsınız. İnsanlara kendi hayatlarını kazanabileceği bir ortam yarattığınızda kendi hayatını sürdürmüş olurlar zaten. Uyum politikasının ekstra bir maliyet yaratacağını düşünmüyorum ben. Bunu akıllı bir politikaya dönüştürürsek dünyadan da destek alırız. Biz öyle bir şey yapmıyoruz. Biz reklam yapıyoruz sadece. Kamplarımızın reklamını… O zaman bizim asıl yatırımı kamp dışına yapmamız gerekiyor. İnsanların kendi ayakları üzerinde durabileceği bir sistem yaratmamız gerekiyor.

» Hukuksal bir boşluk var mı?
Çok tartışılan konulardan birisi. Türkiye BM antlaşmalarına bir madde koymuş. “Ben sadece Avrupa’dan gelenlere mülteci derim Doğu’dan gelenlere demem” diyor. İstikrarsız bir bölgedeyiz biz bunlara mülteci dersek dünyanın her tarafından mülteciler bize akın eder bu sıkıntı yaratır diye düşünüyor Türkiye. BM bunları mülteci olarak tanımlıyor ama. Sosyolojik olarak da mülteci bunlar. Bunlara vatandaşlık vermek yerine mülteci statüsü verin böylece temel haklara erişim olanakları olsun, üçüncü seçenekleri olsun, başka ülkelere gidebilme şansları olsun vs. Ben açıkçası şu anki statülerin çok kısıtlayıcı olduğunu düşünmüyorum. Türkiye de hiç olmadığı kadar olanak sağladı. Ama bunlar geçici koruma statüsünde kalamazlar. Geçici gördüğün insanı asla entegre edemezsin. Bunlar misafirimiz diyoruz burada doğan 240 bin çocuk var ne yapacaksınız bu çocukları? Suriye vatandaşlığı yok, Türkiye vatandaşlığı yok ne olacak bu çocuklar? Eninde sonunda yasal statü bakımından da alternatiflerimizi geliştirmemiz gerekiyor.