Gökyüzü gri, hava soğuk, sıkı giyinin üşütürsünüz, keyfinizi kaçıracak konularla fazla ilgilenmeyin, karamsarlığa meyletmeyin. Hastalanmayın, fiziksel olarak da psikolojik olarak da. Hastalanmamalıyım.

Genel Sağlık Sigortası’ndan faydalanmak için prim ödemeliyim. Bunu bir ara mutlaka yapmalıyım. Geçmişe dönük borcum var mı kontrol etmeliyim. İki yıl olacak işsiz kalalı. Sigortalı bir işim yok. Özel sağlık sigortam da yok. Vardı. Bitti. Primler yüksek. Özele gitsem bin bir türlü tahlil isteyecekler. En sevmediğim şey, borçlu olma durumu.

Hastalanmamalıyım. Ateşim çıkarsa acile giderim. Aile hekimimi bulabilsem o da aynı şeyi söylerdi. Acile gitmeliyim.

Acilden geri çevirmezler. Kalabalık oluyor ama olsun. Ağrı kesici verirler belki serum takarlar. İyi hisseder hissetmez daha detaylı testleri filan yaptırmadan, uzman doktor görmeden eve dönerim. Katılım payı, katkı payı, nefes alma payı, payı da payı, bitmez ki paylar. Hem hastane sevmem ben. Kim sever ki? Aman canım nane limon, ıhlamur ne güne duruyor?

Yolun karşısına geçerken dikkat etmeliyim. Önce sağa bakılıyordu değil mi? Sonra mı sola bakacaktık? Yukarı bakmak en iyisi. Belli olmaz, başıma bir şey düşerse diye yukarı bakmalıyım en iyisi. Kendimi çok dinlememeliyim. İyi olduğuma kendimi inandırırsam iyi olurum zaten. 70 yıl sigara içip 90 yaşına gelmeyi başaranların öykülerini dinlemeliyim. Kendini biraz kandırmanın kime ne zararı var? Moralim sağlam olursa düzelirim. Borcum var mı ki devlete? E-devletten baktım beceremedim. Muhasebecim yok. Hiç olmadı. Bordrolu çalıştım ya 20 yıl, olmadı işte. Geçen yıl muhasebeci bir arkadaş vardı, Serdar, o bir iki borç çıkartmıştı ama ‘tazminatı alınca hallederiz’ dedik, bir daha da görüşmedik. Tazminat davası devam ediyor.

Ne tuhaf şey. Bir zaman Doğan grubunu savunan avukat şimdi Demirören’i savunuyor. Bilirkişi, ‘Kovduğunuz bu çalışana asgari şu kadar, azami bu kadar tazminat verebilirsiniz’ diye rapor hazırladı. Bu sürekli patron değiştiren avukatlar, ‘aman efendim, kendisi tazminatsız kovulmayı hak etmiştir çünkü taraflı davranmıştır’ diye tutturdu, mahkeme şimdi ‘ek rapor’ istiyor, Mart ayına duruşma günü veriyor. Mart’a kadar hastalanmamalıyım. Serdar’ı da Mart’ta arar, borcumu sorarım.

Mart’a kadar Aralık, Ocak, Şubat var. Hay aksi üçü de kış ayları değil mi bunların? Sıkı giyinmeliyim. Mart’ta elime para geçince özel sağlık sigortası yaptırırım yeniden, böyle yataklı tedaviyi, ayakta tedaviyi, full check-upları filan hepsini kapsayan. Param olunca hastalanırım. Param olunca hastalanacağım evet. Karar verdim. Nazlanacağım hatta. ‘Portakal suyu getirin yatağa’ diyeceğim. Otel gibi ya o hastaneler.

Şükretmeliyim. Mart’a kadar evden mümkün mertebe az çıkmalıyım. Evden çıkmadan para kazanmanın yollarını geliştirmeliyim. Ama durun, ‘en çok yaralanmalı kaza evdeyken yaşanıyor’ diye haber okumuştum geçen. Gazeteler uyarıyordu. Aman canım gazete yazdıysa doğru olacak değil ki illa! Saf mıyım neyim? Ona kalırsa, gazeteler şehir hastanelerini de ‘müjde’ diye veriyor, ‘devrim’ diyorlar, ‘sağlıkta devrim’ ! Peh! ‘Müşteri’ garantili, patron zenginleştirme üniteleri! Müşteriyiz biz evet hasta değiliz. Hasta olmamalıyım. Gazeteler, Kılıçdaroğlu’nun SSK’yi nasıl batırdığını, Rahmetli Savaş Ay’ın devlet hastaneleri dosyasını filan da hatırlatıyor sık sık. Halime şükretmek için dönüp dönüp geçmişe sövmeliyim. Hele bir yüklü miktarda para geçsin elime o zaman gör bak nasıl hastalanacağım. O zaman ayda bir gidip gidip ‘Gözümün üstünde kaş olması sizce normal mi doktor hanım?’ diye hangi doktorları darlayacağım… Siz en iyisi bu yazıyla da ilgilenmeyin, sakın ola karamsarlığa meyletmeyin!