Evet, takvimler 2022 Dünya Kupası’na doğru ilerlerken, dünyayı saracak bu eğlenceyi şehir meydanlarına kurulacak Fan Zone’larda aynı heyecanı yaşayan diğer insanlarla seyredebilmeyi ne çok isterdim.

Bir hayalim var: Kadın olarak Türkiye’de Fan Zone’da futbol maçı seyredebilmek
Fotoğraf: FIFA

Yasemin Manavbaşı

Nerdeyse yıllar sonra ilk kez televizyonu açmama bir sebep doğdu.

2022 Dünya Kupası elemelerinde Portekiz’le eşleşmişiz, aklıma hemen 2008 yılı Avrupa Şampiyonası geldi. Açılış maçlarından biriydi Türkiye–Portekiz. Yenilmiştik ama Portekiz’in tombul teknik direktörü bayağı takdire şayan bir kişiydi Luiz Felipe Scolari, hatta bir ara Fenerbahçe için adı geçiyordu, neyse.


2008 yazı benim için Avusturya’da Fan Zone’larda “kızlı-erkekli” oturarak, ya da ayakta tezahürat yaparak, bira içip sosisli yiyerek maç seyrederek geçmişti.

Tabii Avrupa’nın ortasında Avrupa Şampiyonası seyretmenin tadı gerçekten bir başka.

Bir kere kavga gürültü yok, şenlik gibi bir şey. Şehrin büyük meydanlarına ve şehir parkına devasa ekranlar konuyor, önüne tahta piknik masaları ve çevresine de biracılar diziliyor.

İşte Fan Zone bu.

Taksim Meydanı’nda açık havada koskoca bir led ekranın önünde yüzlerce kişi hep birlikte piknik masalarında oturduğunuzu, bir yandan patates kızartması sosisle biraları devirdiğinizi, eğlenerek maç seyrettiğinizi hayal edin. Edemiyorsunuz değil mi?

•••

Güzel anımıza, 2008 yazına dönersek, genelde her Avrupa şehrinde her milletten insan yaşadığından maçın taraftarları bir iki saat öncesinden, gün batımında gelip, biraları kapıp en güzel masaları arkadaşlarına tutuyorlardı. Avrupa’da gün batımı içkileri meşhurdur zaten, iş çıkışı stresler atılıyor hava kararıyor ve maç saati geldiğinde açık havada da olsak üzerimizdeki o heyecan bulutu elle tutulur bir hale gelmiş oluyordu. Özlenmeyecek gibi değil.

2008 Avrupa Şampiyonası

Türkiye’nin yarı finale kadar çıktığı o şampiyona -bilmiyorum bir tek bana mı öyle geliyor- çok eşsiz, çok heyecanlı anlarla doluydu. Son dakika değişen skorlar ekran başında her milletten insanı çıldırtmıştı. Bizim son dakikada kazandığımız maçlar Avrupa’da çok ses getirmişti, basın yansımalarını okumak büyük keyifti. Türkiye-Hırvatistan maçı sonunda yeşil sahada çökmüş neredeyse ağlayan oyuncusunun başına dokunan Biliç’i hatırlıyorum mesela, hiç de üzülmemiştim. Ya da beyaz gömleğinin kollarını sıvamış saha kenarında heyecandan şekilden şekle giren Löw’ü.

Ama Almanya’yla oynadığımız yarı final maçı gerçekten efsane değil miydi?

En son 8 kişi kalmıştık, kalecimiz Volkan bile maçtan atılmıştı diye hatırlıyorum, sayıca bu kadar az olmamıza rağmen ucundan kaybetmiştik. En iyi oynadığımız maçtı. Bizde tutku inanç vardı, onlarda taktik ve istikrar.

Ama benim başından beri favorim Portakallardı, yani Hollanda. Karar verip orta sahadan hücuma başladıklarında resmen bir tren gibi tıkır tıkır ve seri bir şekilde rakip sahaya dalıyorlardı. Oyuncuların arasında öyle bir işbirliği ve iletişim vardı ki, bir makinenin dişlileri gibi aynı hızla, uyumla ve inanılmaz enerjik bir şekilde aynı tempoda rakip kaleye doğru hücumlarını seyretmek insanı maça kilitliyordu, hayran kalmıştım. Maalesef çeyrek finalde elenmişlerdi.

Şampiyonada her ülkenin değerlerini, tarzını, alışkanlıklarını oyun oynama şekillerinden, teknik direktörün oyunculara yaklaşımından kültürlerini gözlemek büyük keyifti benim için. Görebilene işaretler her yerde değil mi zaten? Liderlik, disiplin, grup etkileşimi, kültür, motivasyon, teknik beceri, psikolojik dayanıklılık.

Ve tabi ki futbol keyfi, paylaşınca, şehrin ortasında topluca seyredince büyük bir şenlikken, İstanbul’da, burada benim için eziyetle eş anlamlı.
Vodafone Arena’ya yakın oturduğumdan benim için futbol uzak durulması gereken sarhoşlar ve kaçmam gereken trafikten ibaret. Bu sebeple çok istememe rağmen Türkiye’de bir statta bu keyfe henüz varabilmiş değilim.

Henüz beni stada yanında götürmek isteyen de çıkmadı, çünkü değerli arkadaşlarım o ortama bir kadın sokmak istemiyorlardı. Kavga mı çıkacak, stat küfürden inleyecek mi belli değil. Ne kadar üzücü.

Evet, takvimler 2022 Dünya Futbol Şampiyonası’na doğru ilerlerken, dünyayı saracak bu eğlenceyi şehir meydanlarına kurulacak Fan Zone’larda aynı heyecanı yaşayan diğer insanlarla seyredebilmeyi ne çok isterdim.

Ne dersiniz bir gün böylesine keyifli bir toplumsal barış yaşar mıyız?

Kebapçısı avukatı, dansçısı öğretmeni, doktoru üniversite öğrencisi kısacası ne iş yaptığı, nereden geldiği fark etmeden Afganı, Suriyelisi, gay’i, lezbiyeni demeden İstanbul’un herhangi bir meydanında bir araya gelip hep birlikte bir oyunun keyfini çıkarmak için buluşabilir miyiz?

Üstelik dileyenin alkol de tükettiği bu alandan üç saatin sonunda medeni bir şekilde ayrılmak bir gün bize de kısmet olur mu?

•••

Ama görünen o ki şimdilik, tüm bu yukarıda sıraladığım futbolun değerlerini, eğlencesini ancak evden TV ekranında güvenli ve huzurlu ortamımda üç beş dostla seyretmeye devam edebileceğim.

Şampiyonada ve sonra da o güzel günlerde görüşmek üzere.