Ana akım medya ve merkez siyasetlerin sona erişiyle, kamuoyunun ortadan kalkışı arasında bir bağ olduğu kesin. Sadece kamplaşma ve aşırı iktidar uygulamaları buna neden olmadı. Benlik düzeyinde yaşanan bir parçalanma ve dağılmanın etkilerini yaşıyoruz. Popülizm üzerine bu denli kafa yorulması ya da kitle kültürü üzerine geliştirilen teorilerdeki açmazlar da sorunun çok daha derinlerde olduğunu gösteriyor. Bugünlerde Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Benlik Pratikleri” adlı, Zygmunt Bauman ve Rein Raud’un yazışmalarından oluşan kitap, bu açıdan önemli ipuçları sunuyor.

Benim yetiştiğim kuşak, bizden önceki kuşakların etkilerini taşıyordu, çilekeş bir yanımız vardı biraz. Herhangi bir şeye ulaşmak için çok ama çok emek harcamam gerektiğini düşünürdüm. Öyle birden yazar, şair, sinemacı, bilim insanı vs. olunamazdı. Bir sürü şey okumak, gece gündüz çalışmak, usta bellediğin kişilerin deneyimlerinden yeni deneyimler çıkarmak gerekiyordu. Beni aşan büyük değerlerin, evrensel yasaların olduğuna inanırdım ve o yasalara karşı kendimi sorumlu hissederdim. “Bir hırka bir lokma” diye tarif edilen yaşama biçimi, aslında çilekeş dervişlerinkine benzerdi. Kendi hayatını, büyük değerler, hakikatler ve gelecek uğruna gözden çıkarabilmek… Yemek mi, kitap mı seçenekleri arasında kaldığımda, gözü kapalı bir biçimde kitabı seçerdim. Neden? Çünkü bana önerilen benlik modeli, okuduğum devrimcilerin, sanatçıların hayatı üzerinden bunu gerektirirdi. Sadece okuduklarım da değil, ailem ve yaşadığım çevre de dolaylı ya da doğrudan böyle bir modeli öneriyordu. Öğretmenlerim kızdıklarında ya da nasihat ettiklerinde, bunu benim iyiliğim için yaptıklarını düşünür, daha çok çalışırdım. Şimdiki öğrencilerin çoğu, azar, nasihat gibi davranışlardan hiç hoşlanmaz örneğin. Artık öğretilmez, öğrenilir... Eski modeli övüyor değilim elbette, sadece değişimin nedenlerini ve sonuçlarını anlamaya çalışıyorum.

Sonra sonra başka benlik modelleri karşıma çıktı. Yaşar Kemal gibi yazarların yerini, toplumsal meselelerle ve siyasetle ilgilenmeyen, kariyerist yazarlar aldı. Bir zamanların keskin devrimcileri olan abi ve ablalarımız arasında kapitalizmin aslında pek de kötü bir şey olmadığına karar verenler olduğu gibi, bir zamanlar devletin azabını yaşamış olsalar da sıkı devletçi olanlara da sık rastlar oldum. Hiçbir kuşku taşımıyorlardı. Eskilerin İslamcılarının da önemli bir kısmı benzer bir değişim yaşadı ve “bir hırka, bir lokma”yı terk ederek lüks ciplerle dünya nimetlerinin peşine düştüler, iktidarın olanaklarına kavuşur kavuşmaz. Artık çoğunluk, zor yoldan bir şeye kavuşmak istemiyordu; Çiftlik Bank örneğinde olduğu gibi mantıksız da olsa her şeyin bir kolayı olduğuna inanıyorlardı, yeter ki fırsatları değerlendirebilsinler, onlara fırsat sunulsun.

Geçenlerde sosyalist bir arkadaşım, bu yaşa gelip otomobili bile olmadığından, eşinin otomobilini kullanmak zorunda kaldığından yakınıyordu. Bunu bir başarısızlık ve yenilgi olarak yaşıyordu. Önce şaka yaptığını düşünüp gülsem de ağlamaklı halini fark edince keyfim kaçmıştı.

Zadie Smith, “NW Londra” adlı romanında, benlik modellerindeki bu değişimin sonuç ve nedenlerini, günümüz insanının nasıl bir açmaz ve anlamsızlık içine sıkıştığını pek güzel anlatır. Leah’ın kocası Michel şöyle söyler: “Hepimiz bir basamak yukarı çıkmaya çalışıyoruz, sonra bir basamak daha, bir basamak daha...” Ve kızar karısına: “Çok çalışıp kendini aşağıdaki dramdan kurtarman gerek! Demek istediğim şey şu: Hayatıma dram sokmak istemiyorum. Ama sen bunu yapıyorsun. (…) Her zaman kaderime doğru ilerliyorum, bir sonraki başarıyı düşünüyorum, hedefi yükseltiyorum…” Otuz yaşına gelip evi, arabası olmayanlar, bu dünyanın kaybedenleri olarak görülür; demek ki çalışmamıştır, demek ki fırsatları değerlendirmemiştir, demek ki doğuştan kaybedendir o… “Bir hırka bir lokma”yla yaşamayı tercih edenlere zaten hasta ve tuhaf gözüyle bakılır, ezik… İnsan, benliğini var olan duruma göre değiştirebilirse, kişisel gelişim kitaplarındaki “başarının sırları”na ulaşabileceğine inanılır. “Seri üretim montaj kit”leriyle doludur ortalık, insanların kendi “kendi”lerini üretebileceği.

“Benlik Pratikleri” kitabı, bu konu üzerine düşünmek için güzel bir vesile oldu. Psikoloji, felsefe ve edebiyat üzerinden çağımızın “benlik” ve “kimlik” sorunları üzerine burada yazmaya devam edeceğim.