Kafamızı taammüden karıştırıyorlar. 28 Şubat’ta askeriye “postmodern bir darbe” yapmıştı… Şimdiki askeriye ise postmodernistlere karşı olduğunu ilan etti. Gerçi anlaşılır bir şey. Çünkü AKP....

Kafamızı taammüden karıştırıyorlar. 28 Şubat’ta askeriye “postmodern bir darbe” yapmıştı… Şimdiki askeriye ise postmodernistlere karşı olduğunu ilan etti. Gerçi anlaşılır bir şey. Çünkü AKP ılımlı mılımlı İslam diye küreselleşmeden nemalanmak peşindeki postmodern burjuvazinin temsilciliğini yüklendi. AKP’yi destekleyen liberaller de zaten postmodernlikleriyle övünüyor. Farkındayım, burada yapılacak en berbat espri şudur, ama yapacağım: Bir ‘post’ kavgasıdır sürüp gidiyor! Yalan mı?

Ya da buna belki ‘dost’ kavgası, ‘kardeş’ kavgası dahi denebilir… Çünkü bir başka zaviyeden bakıldığında bunlar bir nevi düşman kardeşler. Hangi zaviyeden olduğunu bilmek zor değil: Küreselleşme. Yani? Emperyalizm ve kapitalizm.

Emperyalizm babında, AKP’nin yeminli Amerikan muhibbi (kankası!) olduğunu bilmeyen yok. Yeni Genelkurmay Başkanı Başbuğ da son konuşmasında, “ABD ile terörle mücadele işbirliği”ni överken “mükemmel” kelimesini kullandı. (Murat Yetkin, “Şimdiye dek hiç bir Genelkurmay Başkanı, ABD ile ilişkileri bu sözle tanımlamamış ve korunması için bu çağrıda bulunmamıştır,” diye yazdı.) Amerika bu! Bakarsınız ılımlı İslam siyasetinden vazgeçer, ılımlı laiklik demeye başlar! Böylece iyimserseniz “bardağın yarısı dolu”, kötümserseniz “bardağın yarısı boş” dersiniz. Ya da bardak yerine, ne bileyim, Ertuğrul Özkök’ün meşhur şarap kadehini aklınıza getirirsiniz.

Küresel siyaseti de adeta oyuncağa çevirdiler. Alın size bu türden bir siyasi analiz: “Bir, iki, üçler; yaşasın Türkler! Dört, beş, altı; Gürcistan battı! Yedi, sekiz, dokuz; Ruslar domuz! On, on bir, on iki; Avrupa Birliği tilki! On üç, on dört, on beş…” İşte burada ‘siyaset’ yapacaksınız,  kimin ebe olmasını istiyorsanız, buna göre  sayacaksınız: “On üç, on dört, on beş; Amerika kalleş!” (“Tayyip sen çık!”) Ya da “On üç, on dört, on beş; Amerika kan kardeş!” (“Paşam şöyle bir kenara çekil!”)

Liberaller de siyaseti böyle bir oyuna çevirmedi mi? Lakin sadece ‘iki’ye kadar saymasını biliyorlar, ‘üç’ deyince, ‘üçüncü seçenek’ deyince ciyak ciyak bağırıyorlar. ‘Saf’ bellediklerine, “sadece iki taraf var, safını belle” diyorlar. Hani safını belirleyen saflar da yok değil… Son günlerde devrimci tahlillere “hem indirgemeci hem de ertelemeci özellikler” atfetmek moda olmadı mı?

Yeri gelmişken bir özeleştiri yapmam lazım. Bugüne dek ben de ‘sol’ liberaller nitelemesini kullandım. Oğuz Abi (Müftüoğlu) geçenlerde bu şahısların aslında “sağ liberal bir muhafazakâr demokratlık” çizgisinde olduğunu hatırlattı; hakikaten, her geçen gün görmekteyiz ki muarızlarımız sağ liberallerdir ve sol ile alakaları yok olmaktadır. (Kaldı ki “Ağır abi”min lafının üstüne laf söyleyebilir miyim hiç!)

Küreselleşmenin kapitalizm babında ise bu kez Güler Sabancı taammüden kafa karıştırıyor. Türkiye’de ücretler yüksek diye Brisa Lastik Fabrikası, Mısır’a taşınacakmış, falan filan… Buna karşılık Ahmet Tonak’ın gazetemizde yayınlanan “Brisa’da artık değer” yazısı son günlerde okuduğum en kafa açıcı yazı oldu. Ahmet Hocam, önce şirketin net kârının son bir yılda yüzde 50 artmış olduğunu ilan ettiğini hatırlatıyor. Kârın kaynağı ‘artık değer’dir, bu hadiseyi çözmek için Marx’ın ‘sömürü oranı’ dediği ‘artık değer oranına’ bakmak lazımdır dedikten sonra da, Tonak, kağıt kalemi eline alıp hesabını şöyle yapıyor:

“Neydi o yıl Brisa’nın net, yani eline geçen kârı? 62,5 miyon YTL.  İşte bu net kâr miktarını işçi maliyetine bölerseniz, kaba bir artık değer, ya da sömürü oranı hesabı yapmış olursunuz. Ben böldüm, ifşa ediyorum: yüzde 146! Açalım, 246 YTL katma değerin tamamını yaratan işçiye Brisa’da 100 YTL reva görülüyor, 146 YTL’sine ise el konuyor. Bir başka deyişle, Brisa işçileri her 8 saatin yaklaşık 3 saatini kendi geçimlerini sağlamak için, geriye kalan 5 saatini de Brisa’nın geçen yıl yüzde 50 artan net kârını yaratmak için harcıyorlar!”

Demek ki neymiş? Solcuysan eğer, safını işte önce buradan belirleyeceksin arkadaş! Küreselleşmenin dinamiklerinin bu tür katakullilerde yattığını unutmayacaksın, kimliklerin özgürleşmesini elbette savunacaksın ama, kimlik indirgemeciliğinden de mutlaka vazgeçeceksin.

Son sözüm Ahmet Tonak içindir: Burjuvazi karşısında hiç de kibar ve de liberal değilsin. Tokat gibi bir yazı kaleme almışsın. Ellerin dert görmesin!