Geçen hafta seçim sonuçlarının alındığı ilk saatlerde yazdığım yazı ‘solun zamanı başlarken’ di. Sevgili Selçuk Şirin, Pazar günkü (dün) BirGün’de yayımlanan çözümlemesinde, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden bu yana ilk kez sol ve sağ oylar arasındaki makasın bu denli kapandığını veriye dayanarak tanıtladı.

7 haziran, Türkiye için bir imkânın yıllardan sonra ilk kez uç verdiği seçim olarak değerlendirilebilir: sol seçenek.

Bu seçeneğin ışığında iyimser olmamız için çok neden ve fakat karamsar ve temkinli olmamızı sağlayacak da gerçekler var. Solun bir imkân olarak toplumun bilincinde filizlenmeye başladığını en hızlı fark edenler her türlü koalisyona bir şekilde AKP’yi de dahil etmek için daha seçim gecesi çalışmaya başladılar. En belirleyici hamlenin Deniz Baykal taşeronluğunda CHP’ ye yapılmak istenmesi Türkiye’nin asıl muktedirlerinin bu sol seçenekten nasıl da ürktüklerinin göstergesi.
Seçim sürecinde CHP’den HDP’ye gideceğini varsaydıkları oyların önünü kesmek için AKP ve HDP arasında gizli bir anlaşma (başkanlık ve özerklik) var diye bas bas bağıranların, en küçük bir utanma, sıkılma belirtisi göstermeden AKP- CHP koalisyonunu kotarmaya çalışmaları da bu korkunun eseri. O propagandanın “CHP’den daha sol buldukları için HDP’ye” yönelecek oyları engellemeyi amaçladığı da belirginleşmiş oldu.

Bu gelişmelerle CHP, Türkiye’de bir kez daha sol imkânın çalınmasının aracısı olmakla, sol seçeneğin taşıyıcı ana gövdesi olma seçenekleriyle karşı karşıya kalmış durumda. Bu hal, geçmişi 12 Eylül’ den bile önceye dayanan ‘bitsin, yok olsun bu CHP ve solun önü açılsın’ tartışmalarının fitilini ateşledi. Bir bakıma bu beklentinin bizatihi kendisinin de sol seçeneğin önünü tıkayıcı bir işlevi var. 1970’li yıllardan bu yana CHP’yi solculaştırmak ile solu CHP’den koparmak ikilemi sürüp gidiyor.

Ezici çoğunluğu bir şekilde sağla efsunlaşmış bir coğrafyada, sol bir gelecek tahayyülü için her alanda, her kurumda, her partide hayatın her pratiğini solculaştırmak için çalışmayı ilke edinenler için CHP’den vazgeçmek doğru olmaz. Üstelik doğası gereği çoğulcu ve farklılıklar içermesi gereken solculuğu adı ne olursa olsun tek bir ‘örgütün’ içinde toplamayı önermenin kendisi de sağcı bir yaklaşım.

Bu gün sola düşen Meclis’te temsil edilen CHP ve HDP’ nin her ikisinin birden daha, daha solculaşması için çalışmak olmalı. Komünistinden sosyalistine ve sosyal demokratına kadar geniş bir yelpazeye dağılan solculuğun her iki parti içinde de yükselmesi toplumun yüzünü sola çevirmesine katkı sağlayacak. Bu bağlamda CHP sağa teslim edilmeyecek denli önemli bir kurum. CHP’nin önemini şimdi ve her zaman genel başkanlığını soldan en çok korkanların üstlenmesinden de anlamak mümkün. Üstelik bu seçimde CHP içinde geçmişe göre daha ağırlıklı olarak tabandan gelen, sola yakın ya da solcu var.

Seçimlerle ve bileğinin hakkıyla kazandığı başarı HDP’ ye bir tür mıknatıs gücü sağlayacak. Bu etkinin CHP’den umudunu kesenler için HDP’ye Türkiye solunun ana partisi olma görevini yüklediğini düşünmek de HDP’ ye hem haksızlık hem de zarar vermek olur.

Bu seçimlerin toplum için sol seçeneği belirginleştirmesinin bir nedeni de sokakta kurulan siyasetin kurumsal siyasi partiler üzerinde yarattığı zorlayıcı etki. Gezi’ nin asıl belirleyici sonucu toplumsal pratiğin siyaseti şekillendirici gücünü kanıtlamış olması. Gezi ve sonrası, sağcıları zorbalaştırırken solcuları da özgürleştirdi. Hem CHP hem de HDP’de yarattığı değişim sokağın gücünü sokağa da gösterdi. Eğer Haziran, Gezi’ye beden olacaksa tam da bu seçim sürecini doğru çözümlediğinde, sol seçeneği hayalden imkâna dönüştürdüğünde beden olacak.