Amerika Açık Tenis Turnuvasını kazanan Emma Raducanu pek çok göçmen hikayesinde bulabileceğiniz kişilerden birisi. Kazandığı ödül 1,8 milyon Sterlin yani 20 milyon TL civarında olunca bu sıradanlık azalıyor. Bir de ödülü Birleşik Krallık adına da alınca daha da renkleniyor.

İngiliz aşırı sağ siyasetinin önde gelen isimlerinden Nigel Farage Emma’yı tebrik edip övünce tartışma alevlendi.

Emma Çinli bir anne ve Romanyalı bir babadan Kanada’da doğmuş ve 2 yaşında ailesiyle Londra’ya göç etmiş olunca Farage’ın şeceresine bakmak gerekti.
Emma kökenlerini şehirlerle London - Toronto - Shenyang - Bükreş şeklinde tarif etse de ırkçının gözü sadece Romanya’yı görüyor.

Özellikle Londra gibi küresel şehirlerde yaşayan ikinci ve üçüncü kuşak göçmen çocuklarında bu tür tarifler aslında çok yaygın ve uygun da. 23 yıl doğduğumuz ülkeden başka bir yerde yaşadıktan sonra aidiyet parametreleri değişebiliyor. Tecrübeyle sabittir.

Irkçıların milliyetçilerin, ulusalcıları tenzih etmeden söylüyorum açmazlarından biri de bu. Hem bayrağa sarılı madalya öpen epik manzaralar istiyorlar hem de bunu yapabilenlerin önemli bir kısmını ülkede istemiyorlar. Tuhaf bir partikülerizm.

Bu yaz olimpiyatlarda en çok madalya alan ve aynı zamanda en çok göçmen alan ülkelerin aynı olduklarını görebilirsiniz. Siyah ve azınlık atletlerin başarılarını da.

Farage Romanyalı komşunuz olsun istemezsiniz mealindeki çok manalı sözleri ile de ünlü olduğu için Raducanu’yu övmesi tuhaf düştü.

Mesele sadece Raducanu değil tabii ki. Müslüman ve sığınmacı düşmanlığının zirve yaptığı zamanda da Mohammad Farah isminde Somali doğumlu maraton koşucu madalyaları toplayınca benzer tepkiler olmuştu. İsmini Mo Farah şeklinde kısalttık ve başarılı atletimiz ‘Sör’ oldu.

Emma Raducanu’yu da muhtemelen Emma R falan yaparsak tam anlamıyla bağrımıza basarız.

Türkiye de Suriyelilere tam alışmışken Afganlar geldi. Aslında Afgan göçmenler Türkiye’de de dünyada da yeni değil. Afganistan 1979’da başlayan Afgan-Sovyet savaşından bu yana dünyanın en çok mülteci veren ülkelerinden biri. 2011’den bu yana Suriyelilerin komşu ülkelere milyonlar halinde sığınmasına benzer şekilde, 6 milyon Afgan Pakistan ve İran’a ve bu ülkelerden de daha uzaklara göç ettiler.

Bugün Afgan mülteciler resmi rakamlara göre 2,6 milyon civarında. Kayıt altına alınmamış düzensiz göç ve daha sınırlı sayıda düzenli göç olduğunu da düşünürsek Türkiye’nin de doğu sınırı itibariyle çok sayıda Afgana gurbet olduğu kesin. 40 yıllık Afgan iç savaşının bir yansıması olarak da ülkedeki Afgan kökenli nüfusun yarım milyonun çok üzerinde olduğunu tahmin edebiliriz.

Türkiye’ye en çok göçmen gelen ülkeler sıralamasında ilk 10’da, düzensiz göçmenler sıralamasında Suriyeliler ve Iraklılar ile birlikte ilk 3’te olan Afganların Taliban’ın iktidarı ikinci kez iktidara gelişi ile yeniden Türkiye yollarına dökülmesi çok normal.

Türkiye’den de ne zaman yoğun birkaç göç yaşansa çoğunluk Almanya’ya yöneliyor çünkü orada ciddi sayıya ulaşmış yerleşik bir Türkiyeli diaspora mevcut. Afganlar da son 10 yıldır Suriyelilerin yaptığı gibi tanıdıklarının, hemşerilerinin olduğu ve kültürel olarak çok uzak hissetmedikleri görece güvenli ülkelerden birine sığınıyorlar.

Bu konuda yapılabilecek iki şey var. Birincisi insanları kökenlerinden bağımsız olarak değerlendirmek. İkincisi abartmamak. Yüzbinlerce Afgan’ın Türkiye’ye gelmesi büyük bir olay değil. Büyük olmadığı için de daha çok ilgi çekiyor.

Hem yok öyle ‘Akhunlar, Göktürkler, Gazneliler orada devlet oldu, Afganistan Türktür’ falan dedikten sonra ‘Afgan istemezük’ demek biraz abesle iştigal. Afgan kardeşlerimizin hikayelerini dinleyip ders almak lazım. Hem Afganistan’da şu an iktidar olanları gördükten sonra oradan kaçanların iyi insanlar olması kuvvetle muhtemel. Biraz Paşto biraz Dari öğrenince buzlar çözülür.

İyi pazarlar ve bol şanslar.