Bir insan kaç kere öldürülebilir ki?

Berfo Ana
(1907 Göle/Kars- 21 Şubat 2013 İstanbul)

Dava Zamanaşımı: Bir suçun işlendiği tarihten itibaren olay hakkında ceza davası açılmamış veya ceza davası açılmış olmasına rağmen kanunda yazılı sürede dava sonuçlanmamış ise devletin suç aleyhine cezalandırma hakkından vazgeçmesidir.

Bir gün, güvenlik güçleri gelse, çocuğunuzu en güvenli yer sandığınız evinizden alsa? Alıp gitse? Çocuğum nerede diye sorduğunuzda söylemese?

Güvenliğinizi sağlamakla yükümlü olan bu merciler size yalan söylese? Davalar açılmasa, açılsa da sessizce kapansa, sonuçlanmasa? Sonra da “.... süre doldu, ben ceza vermekten vazgeçtim, hadi paydos dese?” Acınız da zamanaşımı ile şıp diye bitecek mi?


İşte bu yüzden anneler, babalar, kardeşler, eşler günlerin en güzeli bir cumartesi günü, İstanbul’da bir meydanda, kucaklarında gözaltında kaybolan çocuklarının, yakınlarının fotoğraflarıyla; “Kemiklerini bulun, razıyız” dedikleri bir dünyaya mahkûm oldular. Dayanıştılar, dertleştiler, haklarını aradılar. “Cumartesi Anneleri” deyince, bilmesek, aklımıza güzel şeyler gelecek, “hafta sonu babaları” gibi alıp parka götürecek. Oysa hepsinin bir sevdiği, çocuğu, kardeşi, eşi “kaybolmuştur”, “kaybedilmiştir.” Diri mi öldü mü söylenmemiştir, kemikleri bulunmamıştır, mezarları yoktur. Bütün sorular cevapsızdır! İşte Berfo Ana, Berfo Kırbayır (1907 Göle/Kars- 21 Şubat 2013 İstanbul) bu Cumartesi Anneleri’nin, insanlarının ve 12 Eylül darbesi acılarının neredeyse sembolü olmuştu.

Berfo Ana’nın oğlu, Cemil Kırbayır, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ikinci günü, 13 Eylül’de, Kars-Göle’deki evinden gözaltına alındı. Gözaltına alan polisler daha sonra aileye Kırbayır’ın gözaltından kaçtığını, firarına ilişkin tutanakla birlikte Cemil’in “firari” olarak kayda geçtiğini söylediler. Bir daha oğul Cemil’den hiçbir haber alınamadı. “Kayıplar” arasında yerini aldı. Cemil Kırbayır’ın annesi, abisi, ailesi yıllarca akıbeti hakkında bilgi almak için başvurmadık yer bırakmadı. Anne Berfo Kırbayır, diğer kayıp anneleriyle her türlü eyleme, mücadeleye katıldı. Ömrü oğlunu arayarak, bekleyerek geçti.

Tek öğrenmek istediği “Evimden 26 yaşında aldığınız oğluma ne oldu?” idi. Devlet “Kaçtı” demişti. Çaresiz bir ümitle oğlu o yokken eve gelir diye kapısını kilitlemedi, taşınmadı. Oğul eve gelip de tanıyamazsa diye evi boyamadı. Ağabey Mikail Kırbayır, kardeşi ile ilgili araştırmalar yaptığı için baskı gördü, iş yeri değiştirildi ve olay yerinden uzak, başka bir şehirde zorunlu ikamete/sürgüne tabi tutuldu.

Berfo Ana, kayıp anaları ile birlikte dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan ile de görüştü. Görüşmeler bir sonuç verdi ve Başbakan’ın talebi ile Meclis Araştırma Komisyonu oluşturuldu. Otuz yıllık “kaçtı” yalanıyla, belki de “sağ” olduğu umuduyla geçen bekleyişin sonunda 2011 yılında, Meclis Araştırma Komisyonu Raporu ile devlet, nihayet Cemil Kırbayır’ın işkence sonucu öldürüldüğünü kabul etti. Komisyon, Kırbayır ile ilgili olarak 2011 Mayıs ayında:

“... gözaltında işkence gördüğünün, işkence sonucu hayatını kaybettiğinin ve cesedinin sorgulamaları yapan kamu görevlilerince ortadan kaldırıldığının” belirlendiğini açıkladı.

Cenazesi ise kayıptı. Meclis Komisyonu raporundan sonra, dönemin Emniyet, MİT ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nın görevlileri hakkında Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu.

Berfo Ana, artık oğlunu değil, oğlunun kemiklerini ve bir mezar yeri istiyordu. Ömrünün son iki yılını da oğlunun kemiklerini bekleyerek geçirdi. “Tek dileğim ölmeden oğlumun mezarını görebilmek” (“Berfo Ana”, Bianet, 2012) demişti. Tek dileği yerine gelemedi, göremedi. Başında ağlamak, oğlunu yerleştirmek istediği bir mezara kavuşamadan 2013 yılında, 105 yaşında öldü. 105 yıllık hayatında; bir oğlunu işkence ile ölüme, bir oğlunu sürgüne göndermişti. Bir insan kaç kere ölebilirdi?

Bu arada Cemil Kırbayır’ın ölümünden altı yıl sonra 1986 yılında, Kars Başsavcılığı’nca açılan bir soruşturmanın 2002 yılında sessizce kapatılmış olduğu ortaya çıktı. Davanın kapatıldığı aileye bildirilmemişti. 2014 yılında tebliği alan aile, kapatmaya itiraz etti ve 2002 yılında verilmiş olan takipsizlik kararı kaldırıldı. 2010 Anayasa Referandumu ile yapılan değişikliklerle 12 Eylül suçları artık soruşturmaya açıktı. Oysa Kars Cumhuriyet Başsavcılığı ısrarla davayı açmadı “ ... komisyon raporunda isimleri tek tek açıklanan suçluların adeta ecelinin gelmesini bekledi.” Davanın açılmasını bekleyen ağabey Mikail Kırbayır’a sanki alay eder gibi “Cesedi getirin, davayı açalım” dendi. Daha sonra 2019 yılında da zamanaşımı diyerek, dosyanın kapatılması için Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Adalet Bakanlığı, olayın gerçekleştiği sırada zamanaşımının 20 yıl olduğu tezi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu ve daha önceki takipsizlik kararını iptal eden karar 2021 Mayıs ayında Yargıtay tarafından “zamanaşımı” denilerek kaldırıldı. Oysa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre işkence suçlarında zamanaşımı göz önüne alınmayacaktı. Dava tüm iç hukuk yollarını tüketmiş olarak 41 yıllık bir süreçten sonra kapatıldı. 41 yıl süren “yargıya güven”, “verilen sözlere güven”, “darbecilere soruşturma” bekleyişi de bitti. Darbeciler kazandı.

12 Eylül 2010 yılında yapılan referandumda “12 Eylül’e yargı yolu” diyerek verilen sözler çok çabuk unutuldu. 2011 yılındaki Meclis Araştırma Komisyonu raporu sonrası açılan ve cuntacıların hastane yataklarından bağlandıkları göstermelik bir dava 2013 yılında Berfo Ana’nın ölümü ile davacı kalmadı diyerek kapatılmak istendi. Referandum için gerekli oylar alınmıştı ve verilen sözleri tutmaya artık gerek yoktu. Darbelerden bunca çekmiş bir devlet, bir kez daha vatandaşını değil, hukuk ve adaleti değil, darbecilerini korudu. Her gık diyenin “darbeci” yaftasıyla suçlandığı bir dönemde gene darbeciler, işkenceciler kazandı.

Bugüne kadar Kırbayır’ın akıbetiyle ilgili hiç kimse soruşturulmadı, yargı önüne çıkmadı. TBMM Araştırma Komisyonu eski Başkanı Prof. Dr. Zafer Üskül, Cemil Kırbayır’ın kayıp cenazesi hakkında “... sorgu evinde Emniyet görevlileri, MİT gözlemcisi ve Sıkıyönetim görevlileri sorgulamada bulunmaktadır ... ... vicdan sahibi bir kaç kişinin konuşmasını, yer göstermesini bekliyoruz...” dedi. Ancak bugüne kadar bir vicdan sahibi çıkmadı. O çok övünülen yüzde 99’u Müslüman olan ülkemizde, aranan vicdan bulunamadı. Kırbayır’ın akıbetini bilen, işkence eden, ölümünü gören, işkence görmüş bir bedeni “ortadan kaldıran kamu görevlileri” aramızda yaşadı, belki akşam çocuklarını sevdi.

O, bir gün birden ortadan yok olan ve hiçbir haber alınamayan, ölü mü, diri mi bilinmeyen, kemikleri bile bulunamayan çocuk, O “bir” çocuk sizin çocuğunuz olsa? Ömrünüzün son 33 yılını, devletin söylediği bir yalanla oğlunuzu bekleyerek geçirseniz ve sonra devlet size “Oğlun işkencede öldü” dese. “İşkence de öldürdük, sonra da bedenini yok ettik” dese. “Nasıl, nerede, kim yaptı diye sorma! Söyleyemeyiz, söylenmesine müsaade edemeyiz” dense. Bir mezarı olmasına bile imkân verilmese. Herkesin gezmeye, eğlenmeye geldiği bir meydanda; yıllarca güneşte, soğukta, karda, polis müdahalesi altında, çocuklarından ölü ya da diri bir haber bekleyen annelerin yaşadığı bir coğrafyada... Birileri çıksa, size doğur, doğur diye dayatsa. Bir zamanlar bu çocukları ortadan kaybeden erk sahipleri gibi, gene erk-ek bir kalabalık, sizin çocuğunuzla ilgili kararlarınızı sizin yerinize alsa. Ama bir çocuğun kemiklerini bile bulup veremese...

Berfo Ana, 2013 yılında, kayıp yakınları ile birlikte yıllardır eylem yaptığı Galatasaray Meydanı’na son kez tabut içinde geldi. Tabutuna oğlunun resmi konuldu. Tabutunu kadınlar taşıdı.

Cumartesi Anneleri 27 Mayıs 1995 yılından bu yana özellikle faili meçhul ve gözaltında kaybolan yakınları için hak aramasında. Polis baskısında ve zaman zaman gözaltında geçen haftalar, yıllar birçok olayın aydınlanmasına, kaybın bulunmasına, bazı faillerin yargı önüne çıkmasına vesile oldu. 2018 yılından beri de meydana çıkmaları yasaklı. 700. hafta buluşmasında gözaltına alınanlara iki yıl sonra dava açıldı. İlk duruşma Mart 2021 tarihinde yapıldı. Temmuz 2020’ye denk düşen 800. haftada da meydana karanfil bırakmak isteyen temsilcileri gözaltına alındı.

Öte yandan, 3 Eylül 2019 yılında da çocuklarının PKK tarafından kaçırıldığını, çocuklarından haber alamadıklarını söyleyen ve geri getirilmelerini isteyen acılı anneler, babalar, aileler Diyarbakır HDP binası önünde oturma eylemi başlattı. Hükümet ve resmi kaynaklardan destek gören oturma eylemi diğer bazı illere de yayıldı. İstanbul’da ise devlet tarafından kaybedilen çocukları için hak arayanlara yasaklama devam ediyor.

Annelerin acısında bile taraf tutmak, kutuplaşmak bu ülkeye çok ama çok yakışıyor. Berfo Ana bir kez daha ölüyor.

2013 yılında Ardahan’ın Göle ilçesinde toprağa verilen Berfo Ana için, yan yana iki mezar kazıldı. Biri kendi için, biri kemikleri bulunursa yanıma gömün dediği oğlu Cemil için. Yıl 2021 ve Cemil Kırbayır’ın mezarı hâlâ boş!

Mayıs 2021, dava zamanaşımından kapatılıyor. Berfo Ana, bu hafta, 2021 yılı mayıs ayında bir kez daha ölüyor.

Bir insan daha kaç kere öldürülebilir ki?