Bir internetsiz tatilin dipnotları

Bayram tatilini GSM dahil hiçbir internet erişiminin olmadığı bir köyde geçirdim. Gündüzleri merkezi bir yere inerek bir iki saat de olsa internete ulaştığım için bu deneyimi tamamen izole bir deneyim olarak aktaramam ama yıllardır (internetin yaygınlaştığı dönemden bu yana) bu kadarını bile yaşamadığımdan benim için öğretici ve üzerine düşünülesi bir macera oldu. Bu deneyimi daha derin yaşamak için erişimim olan bir iki saatte toplam bir iki etkileşim haricinde sosyal medyaya hiç bakmamaya dikkat ettim. Haber değeri taşıdığını düşündüğüm bir Instagram postu ve bir Twitter rt’si hariç bir paylaşımda bulunmadım. Medya okuryazarlığı için de bir anlamı olan bu deneyimi, bir yazı konusu yapmak, gitmeden önce de aklımda vardı. O yüzden, bu haftaki Köşe Vuruşu’nun konusu, internetten uzakta kalmanın medya okuryazarlığı ve gündelik hayatımıza etkisi oldu.

1-Daha fazla sohbet mümkün ama…
Tahmin edileceği üzere insan, internet erişimi yokken dostlarıyla beraberse daha fazla sohbet edebiliyor ama, aması var işte. Aması şu; sohbet hep bir yerde “ah Google olaydı” nidasıyla kesiliyor. Beni yakından tanıyanlar genellikle güçlü hafızamın hakkını teslim ederler ancak elimin altında bir arama motorunun olmadığını bilmek bana bildiklerimi de unutturdu. İzlediğim çok ünlü bir filmin çok ünlü bir yönetmenini hatırlayamamak, bir olaydan bahsederken -diyelim ki Börklüce Mustafa isyanı- dönemin padişahını hatırlayamamak gibi basit şeyler bunlar. Bu tarz konularda “nasılsa elimin altında internet var” rahatlığı, internetli hayatın yok olmaya yüz tutmuş yüz yüze sohbetlerine bile can suyu veriyormuş meğer. İşte burası biraz ikilem. Buradan yola çıkarak yeni kuşakların pek hafızaya ihtiyaç duymayacaklarını düşünebiliriz. Dijital iletişimle 18+ yaşlarda tanışmış son analog kuşaktan olan şahsım gibiler bile hafıza gemilerini yavaştan yakmaya başladığına göre…

2-Hiçbir şeyi kaçırmıyorsunuz, hiçbir şey de sizi kaçırmıyor
İlk anlarda sık sık “bir şeyler oluyor da ben mi kaçırmıyorum acaba?” duygusu gelip yokladı ama buna ilk üç günde alıştım. Bir de ertesi gün merkeze inip, gazeteleri yoklayınca sürekli benzer şeylerin tekrarlandığını ve gerçekten çok sıkıcı olduklarını hissedince iyice salıverdim. Her şeyi “anında” öğrenmenin istisnai durumlar haricinde bir faydası yok. Bir olay üzerine anında yorum yapıp etkileşim almasanız da oluyor. Hani ne diyordu İlhan İrem, “İşte hayat yine akıp gidiyor / işte hayat sensiz de yaşanıyor.” Belki biraz moral bozucu olacaktır ama buradaki “sensiz”in yerine “bensiz” koyunca da bir şey değişmiyor. Sahi bir İlhan İrem vardı, ne oldu ona :)

3-Aaa günbatımı ne güzelmiş
Benim bulunduğum internetsiz köy, denize bakan bir dağ köyüydü. Öyle bir gün batımı manzarası vardı ki, paylaşsam tam layk canavarı olurdu. Eğer, elimin altında internet olsaydı hemen paylaşırdım da zaten. Sonra gelsin yorumlar, etkileşimler, aaa onlara bakıp, cevaplarken gün battı gitti. Hadi geçmiş olsun. İşte bu döngü hiç yaşanmadı, o günbatımlarını iliklerime kadar yaşadım. Sosyal medyada paylaşıp layk üstüne layk alsam daha mı iyi hissederdim, hiç sanmıyorum. Dostum Tuna Kiremitçi’nin hep dediği gibi, “Mutluluk mu arıyorsun? Sessizliği artır.”

4-Uyku biraz uyku bütün isteğim buydu diyenlere
Çoğumuzun sabah kalkınca yaptığı ilk işin telefonu alıp bir bakmak olduğunu tahmin ediyorum. İşte sabah o telefonu elinize alsanız da yeni bir şey göremeyeceğinizi bilmenin biraz daha uyumaya faydası var. Üstelik internetsiz hayatta, en az yarım saat daha erken uyuduğumu fark ettim, o uykudan önce son bakışlar epey zaman yiyormuş. Meşhur şarkının “uyku biraz uyku bütün isteğim buydu” kısmını şevkle söyleyenlere internet erişimi olmayan bir tatili tavsiye ederim.

5-Yavaş okurluğun güzelliği
İnternet erişimi olmayınca daha fazla ve daha kesintisiz kitap okunabileceğini zaten herkes tahmin edebilir. Haber okurluğunda bunun karşılığıysa “yavaş okurluğa” denk düşüyor. Haberi ‘timeline’dan oluşma anında değil de birincil kaynaklardan tamamen oluşmuş olarak takip edince insan hem yalan haber tuzağına karşı muskalanıyor hem de yok yere gaza gelip mutsuz olmaktan kurtuluyorsunuz. Daha önce bu köşede işlediğim “yavaş gazetecilik” konusuna eğilmek şart.

Tüm bu olumlu notlarıma rağmen acıyla biliyorum ki, böyle bir hayat çoğumuz için sürdürülebilir değil. Yine de böyle aralar vermenin, medya okuryazarlığımız üzerinde olumlu etki yaratacağını düşünüyorum. Bu yazı, o farkındalığa mütevazı bir katkı olur belki niyetiyle yazıldı.