1949 doğumlu Fransız akrobat Philippe Petit 7 Ağustos 1974’te, 417 metre yükseklikteki inşası yeni tamamlanan New York’taki İkiz Kuleler arasına 43 metre uzunluğunda 200 kilo ağırlığında ip germiş ve sabahın ilk ışıklarıyla bu kuleler arasında toplamda 8 kez gidip gelmişti. Bu illegal yürüyüş tam 45 dakika sürmüştü. Ve medyatik tarihe, en iyi sanatsal suçu işlemiş bir kahraman olarak eklenir. Petit’nin öyküsünün anlatıldığı, İngiliz yönetmen James Marsh tarafından çekilen ve 2008’de En İyi Belgesel Oscar’ını alan ‘Man on Wire-Teldeki Adam’ı hatırlayacaksınız. Kısa sürede popülerleşen ve çok sayıda izleyici ile buluşan bu belgesel, filmin şahaneliğinden çok anlatılan gerçek olayın inanılmazlığı ile akıllarda kalmıştı. Şimdi bu belgeselden bukadar kısa bir süre sonra, Oscar kucaklamış, geniş bir izleyici tarafından izlenmiş ve son derece beğenilmiş bu belgesel Hollywood’un kucağına düştü ve dijital efekt sihirbazı yönetmen Robert Zemeckis tarafından beyazperdeye kurmaca olarak aktarıldı.

bir-ipte-bir-cambaz-79338-1.Film Philippe Petit’nin (Joseph Gordon-Levitt ) Özgürlük Heykeli’nin üzerinde seyirciye seslendiği, filmin biyografik destansı özellik taşıyacağını düşünenleri hayal kırıklığına uğratacak bir sahne ile açılıyor. Muhtemelen kitsch olsun diye, 80’ler teknolojisi dijitalliğinde gözüken bu sahne ile ciddi bir biyografi izlemeyeceğimizi hemen anlamış oluyoruz. Tüm meselenin 3D için yaratılmış sahnelerin olduğu bölüme odaklandığını anlıyoruz. Yönetmen Zemeckis’in hakkını vermek gerek 3D’nin varlık sebebini bu filmde konuşturmuş. Ancak bu enfes görseller dışında, bir kez daha güzel olabilecek bir hikâyenin 3D’ye kurban edildiğini görüyoruz. Eğlence parkına dönmek üzere olan, üstünkörü hikâyelerle geçiştirilen ve daha pahalıya satılan biletlerle, seyirciler 3D dünyasına mahkûm bırakılıyor.

Vertigo
Film, ilk yarısından fazlasını aylak bir şekilde geçiriyor. Bir saat boyunca Joseph Gordon-Levitt’in kulak tırmalayıcı aksanına ve komik hallerine mahkûm ediliyoruz. Yönetmen filmin ikinci yarısında başlayan 3D vertigo görüntülerine o kadar odaklanmış ki anlattığı hikâyenin ne kadar önemli olduğunu unutmuş. Gerçekte de teatral ve heyecanlı anlatımları olduğunu belgeselden anladığımız Petit karakteri Joseph Gordon-Levitt’in elinde oldukça karikatürize olmuş. Peruk gibi duran saçı ve hali tavrı ile şaklabana dönüşmüş. Petit’nin gerçekleştirdiği eylem, bu eylemi ciddiye alan seyirci için bir espri malzemesi yapılmayacak kadar güçlü ve anlamlı.

Petit’in yaptığı tehlikeli yürüyüşün en önemli ve heyecanlı yanı eylemin tamamen yasadışı yapılması. Bu gösteri izinli olsaydı aynı etkiyi asla yaratamazdı. Yüzyılın artistik suçu olduğu iddiasını fazlasıyla abartılı buluyorum. Petit için bu eylemin politik yanı çok zayıf duruyor ama eminim benim gibi pek çok kişi sanatçının bu illegal eylemine Petit’den daha fazla anlam yüklemek istiyoruz. Çünkü o zaman daha unutulmaz geliyor. Filmin bir diğer duygusal yanı elbette şu an yerinde durmayan İkiz Kuleler. Terör saldırısından sonra şu an yerinde olmayan İkiz Kuleleri dijital görüntüler eşliğinde izlemek güzeldi. Bu görüntüler bir nevi anma ve ağıt niteliğindeydi. Film, bu güzelleme ile bir sembolün tutku içeren bir eylemle yıkılabileceğini göstererek terörizmi lanetlemiş oluyor. Filmin bu emelini rahmetli Roger Ebert’in sözleriyle tamamlamak isterim; “Bu eylem iki kuleyi cesaret ve neşeyle yenmekle ilgilidir, terörizmle değil.”

Bu hafta içimden daha fazla yazmak gelmiyor... Bu öyle bir acı ki önce gözlerden başlıyor, beyne vuruyor ve parmak uçlarında bir titreme yaratıyor ve sonunda her şey titriyor ve kararıyor. Ankara’da kaybettiklerimizin huzur içinde yatmalarını ve geride bıraktıklarına sabır ve metanet diliyorum.