2 Temmuz 1993 günü yaşanan katliam bugün karşı karşıya olduğumuz rejim değişikliğinin mihenk taşıdır

“Bir kamyon gördüm güvercin dolu. Birkaç güvercin ürküp havalanınca Anladım buğday yüklü olduğunu.”*

Zeynep Altıok Akatlı

Yanı başımızdan geçen kamyonlar, otomobiller ile binlerce insan bir nehir gibi Ankara’dan İstanbul’a akıyoruz. Birbirinden güzel, birbirinden yürekli insanlar Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Haziran günü Ankara’dan İstanbul’a çıktığı Adalet Yürüyüşü’ne eşlik ediyor.

Bu yürüyüş “Adalet Yürüyüşü”…

İnsanlık için, hak için, eşitlik ve özgürlük için binlerce insan 41 derece sıcakta yılmadan eksilmeden yürüyoruz. Kalbimden güvercinler havalanıyor yanı başımızdan uzun uzun klakson çalarak geçen kamyonları, el sallayan insanları gördükçe. Kır çiçekleri ile bekliyor yol kenarlarında insanlar. Düzce çıkışında kan ter içinde bir adam Kemal Kılıçdaroğlu’na koşuyor. Bir gece önce kampımızın önüne gübre dökülerek yapılan protesto için özür diliyor. Saf kötülük, planlı provokasyon, tahrik yok denecek kadar az aslında. Belli birkaç noktada en çoğu 15-20 kişi protestocu gruplar, arabasında dombra dinleyerek yanımızdan geçen tamamı 81 plakalı birkaç araç, bazı evlerde asılı AKP Genel Başkanı fotoğrafı karşısında onlara da el sallayarak selam eden tertemiz insanlar kararlılıkla yürüyor.

24 yıldır adaletsiz kalan Sivas Katliamı yıldönümü arifesinde yazıyorum bu satırları. 24 yıllık adalet mücadelesinde hep yerimizde saydık. Sesimizi duyurmak için bile bin plan bin emek harcadık. Şiddet gördük, engellendik. Salt Sivas için mi adalet istedik? Hayır, başka bir Madımak yaşanmasın diye seslendik. Unutmadık, unutturmamak için yılmadan, usanmadan çalıştık, çabaladık. 24 yıldır süren dava firari sanıkların ısrarla ve bilinçli şekilde yakalanamadığı bir sistemin içinde ZAMAN AŞIMI dayatması ile de sınandık. Her duruşma başka bir skandal ile sınav oldu bize. Yıllardır aranan sanıkların evlerinde karakola metrelik mesafelerde yaşadığını öğrendik, ölümü dahi bizden saklanan azılı sanığın, bu katliamın arkasındaki gerçeklerin açığa çıkması için kilit isim olan bu en karanlık adamın kimlik tespiti için karısından (!) DNA alındığına tanık olduk. 26 Mayıs 2017 tarihli son duruşmada ise İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan sanıkların iadesini istemek yerine, görev tanımı dışında mahkemeye zaman aşımı öneren bir idari birimin hadsizliği ve usulsüzlüğü ile karşılaştık. Bir arpa boyu yol gidemedik, sistemli bir unutturuşun, yakalanarak yargılanmış ve hüküm giymiş bir avuç sanığın mazlumluğu için açıklama yapan ve insanlık suçlarında zaman aşımını meşrulaştıran, bunu HAYIRLI OLSUN diyerek bir lütuf olarak tanımlayan başbakan gördük. “Yeter artık ısıtıp ısıtıp her yıl gündeme getirmeyin” diyen sözde aydın gazeteci gördük.

2 Temmuz 1993 günü yaşanan katliam bugün karşı karşıya olduğumuz rejim değişikliğinin mihenk taşıdır. O gün günler öncesinden sistemli şekilde organize edilen ve bir Cuma namazı sonrası “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu Sivas’ta yıkılacak” diyerek yola çıkan 500 kişilik kalabalık devletin kararlı müdahalesizliği ile 8 saatin sonunda 15.000 kişi ile 35 insanımızı, aydınımızı, canımızı bir otelde ateşe verdi. Aynı kararlılıkla soruşturulmadan, araştırılmadan saldırganlar korundu. 15.000 kişiden göstermelik sayıda 190 saldırgan yargıya taşındı ve 123 kişi hüküm giydi. Onları savunan avukatların neredeyse tamamı AKP iktidarında üst düzey bürokrat olarak kadrolara taşındı. Milletvekilliği ve bakanlık ile ödüllendirildi. O gün yola çıkan zihniyet 24 yıllık adaletsizlikten güç alarak radikal İslam’ın bu ülkede palazlanmasına, tarikatlarda yuvalanmasına izin verdi. Başka Gülen Cemaati ile el ele eğitimin ve yargının tüm kadrolarına yayıldı. Karşı devrim için örgütlendi. Darbe Anayasası ile mücadele edeceğiz safsatası ile “yetmez ama evet” aymazlığını da yanına alarak kendine aydın diyen işbirlikçilerin meşrulaştırdığı şiddet ve baskı rejimini inşa etti. Tahrik olmanın dayanılmaz meşruiyeti ile adam yaktı, tecavüz etti. Tarikat yuvalarında çocuk istismarından, orta okullara mescit açan, küçücük çocukları silahla, şehitlikle terbiye eden, idamla tanıştıran bir sistem yerleştirdi. Eril, kindar, sünni ve ayrımcı bir anlayışla fiili olan zulmünün resmileşmesine zemin yarattı.
İşte Sivas Katliamı’na ve 24 yıllık adaletsizliğe bu büyük pencereden baktığımız günlerde hiç yan yana gelmez, gelemez zannedilen kitleler, sınıflar yan yanalar şimdi. Sessiz, barışçı ve kararlı bir yürüyüşle protesto hakkını kullanarak “Hak, Hukuk, Adalet “ diyerek adımlıyorlar ülkeyi bir boydan diğerine. Çağrısız, örgütsüz, plansız bir yürüyüşe el veriyorlar. Bu iktidarın tek başarısı kendi mahallesinin insanlarını kullandıktan sonra işi bittiğinde silkeleyip atıveren gözü sadece rant ve çıkarda olan kirli ideolojisi sayesinde bunca benzemezi mağduriyet ekseninde ortaklaştırabilmesi. Şortlusu, cüppelisi, genci, yaşlısı sokakta ve yürüyor.

Tam da bu sırada Sivas katliamı barbarlarının avukatı Gümrük ve Ticaret Bakanı “Biz yollar yapıyoruz. Yolları millet için yapıyoruz. Teröristler yürüsün diye değil” diye bir açıklama yapıyor. Bunca adaletsizlik karşısında vicdanlar taş olmuş. Oturduğu makamı korumak ve mensubu olduğu partinin Cemaat ile ortaklığı sonucu bizi darbe girişimine götüren yanlış politikalarının görünmez olmasını sağlamak için herkesi “terörist” ilan etme formülüne sığınıyor. Yol yapmak dışında marifet de bulamamış olsa gerek gayretkeş ve primitif bir saldırganlıkla siyasi ayak sorgulanmasın, gerçekler ortaya çıkmasın diye AKP Genel Başkanı’nın değirmenine su taşıyor. Vatandaşın cebinden çalarak usulsüz ihalelerle yapılan beton yolların Düzce’de önümüze dökülen gübre kadar kıymeti yoktur. Zira gübre zenginleştirir, yeşertir, üretime katkı sağlar. Filiz olur, ürün olur, çiçek açar. Oysa üretimi olmayan betonlaşma kalpleri de beton olan bu insanların cebini doldurmaktan, saray saltanatına kaynak sağlamaktan gayrı fayda getirmez. Yol yapmak ise devletin en basit ve temel görevidir. Vatandaşına huzur ve refah sağlamış hiçbir çağdaş ülke bakanının yol ile övündüğüne tanık olamazsınız. Biz onların yolunda değil adalet yolunda yürüyoruz.

Sivas Katliamı’nın yıldönümünde bir ilki yaşıyorum ben de. Devamlı kendini yineleyen adalet mücadelemiz ilk kez bambaşka bir umut getiriyor önümüze. Alevilerin, Kürtlerin, emekçilerin kendi mücadeleleri için süren mücadele şimdiye kadar görülmemiş bir geniş tabanda, büyük bir çeşitlilikle ortaklaşıyor. Herkes için ve herkes tarafından benimsenen bir talep olarak ADALET için Gezi direnişinin 7 Haziran seçimlerinde iktidarın % 10 gibi büyük bir oranda yansıyan oy kaybına karşı zorla ve dayatmayla getirilen 1 Kasım seçimi ve baskı rejimine karşın % 50’nin üzerine taşan bir HAYIR’ın büyüyen ve kalabalıklaşan ortak talebi güvercinler kanatlandırıyor.
Bir masal naifliği ile “Az gittiler uz gittiler, dere tepe düz gittiler” diye başlayıp “demir asa eğilene, demir çarık delinene kadar yürüdüler” diye devam eden söylenceden ilhamla demir vicdanlar eriyene kadar ADALET isteyeceğiz.

*Metin Altıok /
Gerçeğin Öte Yakası – Ben üzre