Her bir sanığa 10 yıl ceza vermeden önce müştekilerin beyanları arasındaki çelişkiyi sorgulamak aklınıza gelmez mi?

Bir kanguru yargılaması: Beş gencin yargı ile imtihanı

ORHAN GAZİ ERTEKİN* - N. ANIL GELBERİ**

Bütün o geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz ki Türkiye yargısının insanı nefessiz bırakan yargılama ve kararlarını yan yana dizseniz buradan Yemen’e yol olur! Yukarıdan görünür olan üç beş "büyük dava"nın hemen altında yoksulların, çocukların, gençlerin, kadınların adalet çığlıkları her gün yeniden ve yeniden göğe yükselip ufkumuzu karartır. Ama, bu talihsiz haykırışlar, en tepedeki; birörnek ses tonları ile hakim ve savcılar, Adalet Bakanı, HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin mümtaz üyelerinin soğukkanlı bir edayla ettikleri hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, söylemleri arasında, hep daha da derine itilerek, kimi zaman sessizlikle geçiştirilerek idare edilmeye çalışılır. Türkiye yargısının üzerine yükseldiği dehşet verici sahtelik buradan doğar ve hepimizi her gün yeniden ve yeniden boğar… Alın işte size iç karartıcı bir “Kanguru yargılaması” hikayesi daha: Buyrun Barış, Ufuk, Veysel, Fatih ve Faruk'un adalet çığlığına kulak verelim... Ki bize adalet vaat eden bu kurumlardan hakkımızı bir bir talep edebilelim…

Barış, Ufuk, Veysel, Fatih ve Faruk...

İzmir’de üniversite öğrencisi olan Barış, Ufuk, Veysel, Fatih ve Faruk Nisan 2010’da “kamu görevlisi polis memurlarını yaralamak”, “Silahlı Terör Örgütü üyesi olmak”, “Yağma”, “mala zarar verme” suçlarından göz altına alınırlar. Bugünlerde 6. Ramazan Bayramlarını da mahpusta karşılamalarının hikayesi böylece başlar. Gençler iddia konusu olaydan iki gün sonra göz altına alınmışlardır ve bu iki gün içinde okullarına gidip gelmeye devam ederler. Birazdan göreceğimiz üzere Emniyet fezlekesinden Savcının iddianamesine ve oradan da İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin dehşet verici yargılaması ve 2012 yılındaki kararına uzanan bütün o “yargı süreçleri” ise tüm bu kurumlardan beklemeye hakkımız olan adalet arayışından eylemli ve kasıtlı olarak ne kadar uzak durulduğunun delillerini saklamaktadır. Şimdi delillere bakalım: Öncelikle iddianame ve atılı suç fiilleri açısından bakıldığında şüphelilerin yaralama ve örgüt üyeliklerine dair taş atma ve örgüt liderinin posterini asma konusunda eldeki geniş görüntüler içinde tek bir kare yoktur. Ayrıca bir tanık beyanı da söz konusu değildir.

Mahkeme bunları tespit etmiştir. Buna karşılık eldeki tek delil müşteki iki polis memurunun birbirleri ile çelişen teşhisleridir. Müştekilerden birisi şüphelilerden bir kişi dışındakileri teşhis eder, diğeri ise tümünü teşhis ettiğini ifade eder. Fakat hangisinin ne yaptığı konusunda tek bir ayrıntı verememektedir. Bununla beraber, müştekilerden birinin olay yerinde olduğunu iddia ettiği kişinin o sırada Almanca dersinde olduğu ortaya çıkıyor. Yani müştekilerin beyanları arasında da bazı ayrıntılardan başka failler yönünden de çelişki bulunuyor. Tutanakları ve gerekçeli kararı da takip ettiğinizde yargılama adına yapılan her şey hepi topu bu kadar. Beş genci örgüt üyeliğinden, kamu görevlilerini nitelikli yaralamaktan yargılıyorsunuz. Sorduğunuz sorular, yargılama konusu yaptığınız sorunlar ve yargılama diyalektiğinin tümü bu kadar oluyor. Peki geriye kalan büyük yargılama ve hüküm boşluğu nasıl mı dolduruluyor. Şöyle, şüphelilerin “kamu görevlisini yaraladıkları”, “Güneydoğudaki şehitlerin ölümünü kutlamak için sergi açtıkları” ve “kamu görevlisinin yaralanması eylemini de örgüt amaçları doğrultusunda gerçekleştirdikleri”ne dair polis fezlekesi İddianameye, oradan da gerekçeli karara yerleştiriliveriyor. Allah aşkına bu sonuçlara nasıl vardınız? Nasıl varabildiniz? Bu iddia ve olaylardan birdenbire sonuca nasıl bir “kanguru gibi” sıçrandığını anlayabilmek mümkün değil! Hadi diyelim ki-bir ceza yargılamasında olmaz ya oldu diyelim- kamu görevlilerinin şüphelilerce darp edildiğini var sayalım. Peki bunun örgütsel amaçlarla yapıldığını mağdurun “polis memuru” olmasından nasıl kanıtlayabiliyorsunuz? Her bir sanığa 10 yıl 29 ay 22’şer gün ceza vermeden önce müştekilerin beyanları arasındaki çelişkiyi sorgulamak aklınıza gelmez mi? Hadi onu sorgulamadınız. Örgüt amaçları doğrultusunda hareket ettiklerini nereden çıkardınız? Şaka sanmayın sakın! Kendisinden adalet beklediğimiz bir mahkeme; geçmişin özel yetkili mahkemesi gencecik insanların hayatlarının 19 yaşından 26 yaşına (şimdilik tabii ki…) en vazgeçilmez yıllarını ellerinden alırken böyle yargılıyor, böyle gerekçe yazıyor ve bir çırpıda böyle sonuca gidiveriyor. Tam bir “Kanguru yargılaması”…

Kanguru yargılamaları

Türkiye yargı tarihinin artık kangren olmuş bir parçasına dönüşen bu yargılamaları kısaca bilelim. Kanguru yargılamaları; hukuku hiçe sayıp keyfi kararlar veren mahkemelere verilen isimdir. Bu mahkemeler yetkilerini olağanüstü koşullardan oluşan fiili durumdan alır çoğu zaman. Konjonktüreldir. (Sahi “Özel Yetkili Mahkemeler” kimindi? Hükümet kendisini bunlardan kurtarırken geride bırakılanlara ne olduğunu merak ediyor muyuz?) Kanguru yargılamalarında görünüşte her şey yerli yerindedir. Sözde tarafsız ve bağımsız mahkemeler, adil bir yargılama yapmaktadır. Lakin, bu mahkemelerde verilen kararlar yargılama başlamadan önce çoktan verilmiştir. Böylelikle iktidarın otoritesini sarsanlar, egemen düzene muhalefet edenler “parodi mahkemeler” vasıtasıyla yargılanır ve mahkum olurlar. “Kanguru mahkemesi” kavramının kökeninin nereden geldiği ise tartışmalıdır. Fakat “Kanguru” Aborjin dilinde “Ne dediğinizi anlamıyorum” demektir. Ne dediği, ne yaptığı anlaşılamayan bu mahkemelere de “Kanguru” adı verilmesi metaforik bir tesadüf değildir belki de.

Ne dediğinizi anlamıyoruz!

Evet biz de eski özel yetkili İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin “ne dediğini anlamıyoruz”. Ama ne yaptığını biliyoruz: Hukuk devletinin temel hukuksal prosedür ve mekanizmaları tamamen ilga edilerek bir “kanaat yargılaması” yapılmaktadır aslında. Yargı, “somut gerçeği” aradığı iddiasındadır. Fakat, o gerçeği anayasaca teminat altına alınan haklara riayetle bulmak zorunda olduğunun farkında olmadığı için sürekli olarak haklar alanını işgal etmekte ve bunda da bir beis görmemektedir. Böylece, tıpkı, bu gençlerin yargılanmasında olduğu gibi, ideolojik kanaatlerini “gerçeğin” yerine yerleştirmeye ve temel yargılama prosedürleri ihlal edilmeye başlarlar. Yargılamanın, somut deliller alanından çıkıp geniş bir spekülasyon ve fantezi alanında kaybolup gitmesinin temelinde de bu gerçek vardır. Tıpkı, hakları ve özgürlükleri ellerinden alınan Barış, Ufuk, Veysel, Fatih ve Faruk’un hikayesinde olduğu gibi…

Son sözümüz şudur: Bu karar Türkiye yargısı için yüz kızartıcıdır. Soruşturma ve kovuşturma sürecinde yer alan tüm kurumlar bunun hesabını vermelidirler ve adaletin yerine gelmesi için bu gençlere değil kendilerine bir şans vermek zorundadırlar. Aksi taktirde Barış, Ufuk, Veysel, Fatih ve Faruk’un dünyalarına, adalet çığlıklarına cevap vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe de ne kendileri ne de biz güvende olacağız…

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı
**Avukat