Siz eğer modern “çocukluk” kategori ve hukukunu İslamcı-otoriter rejim ve sermaye birikim yatağına piyasa ilahiyatı gibi feda etmişseniz...
Çocuklar elbette bir kere ölürlerdi.
Hep bir kerede varlıkları baştan aşağıya onulmaz çocukluk yaralarıyla kaplanırdı.
Hep bir kerede ruhları o karanlık- ezik erkek sürü tarafından vahşice sakatlanır.
Hep bir kerede bütün bir gezegenin çekeceği acıdan daha fazla bir acının ömür boyu sahibi olurdu...
Hep bir kerede tenhalıklarda kıllı eller, çocuklara dokunur “ikiyüzlü eril müesses ahlakın” sessiz kurban ve şahitleri kılardı.
Hep bir kerede bu dişlerinin arasında kalmış çocuk kemiklerini temizleyen, çocuk kanı tutmayan “milli zifiri karanlığımızda” onlar çocukluklarına ebediyen küserlerdi.
Ve o çocuklar bilirlerdi ki...
Çocuktan milyonlarca küçük gelin, çocuk işçi, çocuktan “terörist”, çocuktan “siyasi nefret objesi” hatta “şehvet objesi” yaratan, pedagojik meşruiyeti dini fetvalarla kazandırılan ülkelerinde tecavüzcü, linççi ve katillerinin bir adım ötesinde yaşamaya mahkûmlardı.

Can değerleri olmadığı gibi insanlık haysiyetleri de Yeni Türkiye’nin totaliter”milli çıkarlar” zırhına işleyemezdi.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “eğitim partneri” Ensar Vakfı’nın 8-10 yaşındaki 45 erkek çocuğu “dini eğitim verme” amacıyla kullandığı “yasak olmasına rağmen” yatılı “özel evler” ve “yurtta” cinsel istismara uğradığı “gerçekliği” de çocukları değil “milli kurumu” koruma altına aldırtmıştı.

İki yıl boyunca cinsel istismara uğrayan 45 küçük çocuk ise hemen çocuk ve insan kimliklerinden kovularak 45 tane “şey’e” dönüşmüştü.

“Yüce erkek mitosuyla” donanmış, hukukun gereksizliğini her fırsatta itiraf eden Yeni Rejimin ideolojik sermaye örgütlenmesi vakıf adına “nasıl travma yaşadıkları” bilinmeyen 45 çocuk yok sayılmıştı,
Yeni Türkiye, bu çocuklar sanki “doğal bir afet” yaşamış veya “kader kazasına uğramışlar” da tevekkülle aşmışlar gibi tam cepheden bütün manipülatif araç ve güçleriyle “büyük hizmet abidesi” İslamcı vakfın marka ve sermaye itibarına kitlenmişti.

Yeni rejimin kamusal temel eğitimi “Sünnileştirme misyonunu” gerçekleştirmek üzere Milli Dini Eğitim Bakanlığı’na doğru evrilen ve özelleştirilmiş laik eğitime “paralel” Diyanet ve dini kurumlarla, okul öncesi ve ilk öğretimin yoğun ”on defa şehit olmak ne güzel” projesine odaklanan Milli Eğitim Bakanı yasal denetleme sorumluluğunu unutmuş “yeni nesil piyasa İslamcı kuruma” siper olmuştu.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı da muhafazakâr ahlakçılığın “bilinçaltını” ortalığa saçmış ve “tecavüz olayının bir kere yaşanması kurumun karalanmasına gerekçe olmaz” demişti.

Yani vakıf çatı altında iki yıl boyunca 45 çocuğun “sürekli” cinsel şiddet uygulanmasında vakfın hiçbir cezai, idari payı yoktu.

Güya “vakfı karalama kampanyası” Yeni Türkiye’nin manevi ruhuna darbe ve algı operasyonuna kadar abartan bu koca koca adamlar ve kadınlar herhalde bu 45 çocuğu “milli zayiat” olarak görüyorlardı.

Nitekim o bilinçaltı yine boş durmamış, yeni lapsus gecikmemiş ve “ ihmale istismara uğramış çocukların cezalandırılmasını” gerektiğini söylemişti.

İşte bu ifade; terli ebleh yüzlü, en ilkel güdülerine indirgenmiş, linççi--tecavüzcü sürüsünün çocuk ve kadına karşı “çok kere” gerçekleştirdiği kötülük fiilinden sonra “ben milli-yerli vatan evladıyım” savunmasıyla “adaleti tecelli” ettirdiği ve yanına hizalandığı Yeni Türkiye’yi açıktan göstermişti...