Ülke eğitiminde yaşanan ağır çöküntünün etkisiyle, toplumun, Köy Enstitülerinin eğitim anlayışına sarılması giderek artıyor. Bu bağlamda, hafta içinde 18 Mayıs Çarşamba günü Beşikdüzü’nde “Tarihsel Süreçte Köy Enstitüleri” etkinliği yapıldı.

Trabzon Vakfı, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı ve Beşikdüzü Belediyesi tarafından düzenlenen ve bir tam gün süren toplantı, geçmişin Köy Enstitüsü değerlerinin enine-boyuna konuşulmasına ve onlardan günümüze yönelik dersler çıkarılmasına olanak verdi.

Tek öğretmenli bir köy ilkokulundan sonra, 1950-53 döneminde parasız-yatılı okuma olanağı bulduğum Beşikdüzü, bir kez daha, orada eğitim gören içlerinde benim yakınlarımın da bulunduğu, kadınlı-erkekli her yaştan onlarca katılımcı ile enstitü ışığının yaşatılmasına tanıklık etti.

Enstitü düşüncesinin doğuşu ve tarihsel gelişimi ayrıntılı olarak ele alındı; bunu kuruluş sürecine ilişkin saptamalar izledi.

Enstitü uygulamasının, bir bütünlük içinde, köy çocuklarının yaratıcı yeteneklerini ve becerilerini, tam bir özgürlük ve eşitlik ortamında; karma eğitimle, el ve beyin emeğini üretim için birleştirerek nasıl geliştirdikleri görgü tanıklıklarıyla yeniden açıklık kazandı.

Enstitülerin, ekonomik ve toplumsal yaşama katkıları, tüm yönleriyle ele alındıktan sonra bunları tamamlayan anılar anlatıldı.

Yüzlerce fotoğrafın sergilendiği toplantı salonunda ayrıca Köy Enstitüleri ile ilgili kitaplar imzalandı. Biri “Beşikdüzü Köy Enstitüsü” öbürü de ikinci gün gerçekleştirilen “Yücel’in Çiçekleri” adlı iki belgesel gösterimi izledi; etkinlik, çevre gezisi ile tamamlandı.

“BEN YAPARIM”A GEÇİŞ

Bir kez daha sergilendiği gibi, Köy Enstitüsü eğitimi, yerinde bir deyimle, beyin ve el emeğinin üretim için birleşimine dayanıyordu.

Bilimin yol göstericiliğinde bilgi edinme; edinilen bilgilerden her türlü üretimde yararlanma ve bunların yuvalandığı kültür ortamı 1950’lerin başında da henüz yok edilememişti; aldığımız eğitimin temeliydi. Köyün kendi içinden ve kendi öz çocukları eliyle ve olabildiğince hızlı bir biçimde değişimi ve dönüşümünün gerçekleştirilmesi; Cumhuriyet’in değerleri ve üretim bütünlüğü içinde bin yılların yığını olan kalın kabuğunu kırması, üreterek kalkınması ya da canlanması; köylünün yalnız ekonomik olarak değil, düşüncesiyle de güçlenmesi; özgürleşerek bağımsız bir kişilik ve eşit yurttaşlık bilinci kazanması, Beşikdüzü etkinliğinde bir kez daha sergilendiği gibi, enstitü olgusunun temel özellikleridir.

ÇİFTE CİNAYET

Beşikdüzü’nün 1953’te, enstitülerde karma eğitime son verilerek kız okulu yapılması ve 22 sınıf arkadaşımla birlikte Çifteler’e gönderilmem, “enstitülerin yok edilmesi” olarak tanımladığım “birinci cinayetin” en açık göstergesiydi.

Daha da önemlisi o sürgünle başlayan yıkımın devamı da geldi.

Önce, eğitim programı, bilgi-üretim-kültür üçlü bağı koparılarak, yaratıcı özelliğini yitirdi. İş dersleri iyice azaltıldı. Böylece enstitü olgusunun özünü oluşturan “edindiğimiz bilgileri kullanarak iş yapmamıza” dayalı ana anlayış tamamıyla ortadan kalktı, Bu anlayış değişikliğinin temelinde sonradan öğrendik ki, yerli aşırı tutucu çevreler ve onlarla birleşen ABD istekleri varmış.

Sonra, çok iyi öğrenmekte olduğumuz Türkçemiz yerini Osmanlıcaya bırakmaya başladı. Anayasa’nın yerine Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun getirilmesiyle başlayan süreç, ders kitaplarımıza da yansıdı. O kadar ki, Türkçe dersimizde bir arkadaşımın “yargıç” sözcüğünü kullanması üzerine yeni gelmiş olan Türkçe öğretmenimiz “Söyle evlâdım, kıç kökünden geliyor” diyor; böylece yalnızca kullandığımız dili değil, bizleri de, hiç alışık olmadığımız bir biçimde aşağılıyordu. Kütüphanemizi, Büyükdoğu, Sebilürreşad dinci ve Orkun gibi ırkçı dergiler doldurdu.

Üçüncü olarak, enstitü eğitiminin sanat ve kültür ürünleri, bu kuruluşları yıkmak amacıyla kullanıldı. Öğrendikleri güzel Türkçe ile köy yaşamını anlatan çalışmalar acımasızca solcu, giderek, komünist diye suçlanır oldu. Doğuştan ya da olağan solcuydular.

Köy Enstitülerinin onca beyin ve el emeğinin ürünü olan “fiziksel varlıklarının” acımasızca yok edilmesi, cinayetin ikinci boyutu ya da ikinci cinayettir. İkinci cinayete, Beşikdüzü’ne bu gidişimde bir kez daha tanıklık ettim. Kentin doğusunda yerleşmiş bulunan okulumuzun yerinde yeller esiyor; öbür enstitü yerleşkelerinde olduğu gibi, düşmanca bir tutum ve kinle, taş üstünde taş bırakılmamış. Toplumun yaşamakta olduğu bu çok karamsar olunması gereken günlerde, size çok güzel bir haberim var. Köy Enstitüleri fiziksel olarak yıkılmış; ancak, insan aklının özgürleşmesi ve üretmesi temelinde, düşünce olarak yaşıyor ve her gün yeniden doğuyor.