Şimdi Zonguldak işçileri mücadeleye hazırlanırken, özelleştirme tehdidi altındaki diğer sektörler ve bu sektörlerdeki sendikalar da harekete geçmezse bu mücadelenin kazanılması zorlaşabilir. Bunu Tekel işçilerinin mücadelesi sırasında da deneyimledik maalesef

Bir kez daha maden işçisi

MUSTAFA KEMAL COŞKUN
Ankara Üniversitesi, DTCF Sosyoloji Bölümü Eski Öğretim Üyesi

En baştan söylemek gerekirse bu ülke, bir zaman önce “kara/eğri” denilene bir zaman sonra “ak/doğru” denilebilen, bunda da hiçbir beis görülmeyen ilginç bir ülkedir. Bu noktada hiç de haksızlık yapmadığımızın en önemli göstergesi, şu meşhur açılımlardan başkası değildir elbette, zira diyelim Kürt açılımı çerçevesinde, çok değil, bundan üç-beş yıl önce söylenseydi belki de alkışlarla karşılanacak olan düşüncelerin, bugün söylendiğinde birkaç yıl ceza almayı gerektirecek olmasından başka bir şey değildir.

Ama örnekler sadece açılımla bitecek gibi değildir. Zira 1980 yılından önce “devlet de devlet, piyasaya devlet müdahalesi olmazsa olmaz” denilirken, 12 Eylül darbesinden sonra “yok efendim, devlet her şeye karışmasın, çeksin elini ayağını piyasadan” denmeye başlanması da tam da başka bir örnektir. Böylece devlet “yeniden yapılandırılma” sürecine sokulmuş, bu çerçevede uygulanan ilk politika, daha önce kamusal bir anlayışla düzenlenen pek çok sektörün sermaye sahipleri için bir yeniden değerlenme alanı olarak bırakılması olmuştur. Yani devlet, bu alanları düzenleyici müdahalelerden vazgeçerek bütün Kamu İktisadi Teşebbüslerini özelleştirmeye girişmiş, hatta bu yetmemiş, daha önce özel sermayenin pek fazla bulunmadığı alanları, diyelim sağlık, eğitim vb. de sermaye sahiplerinin kâr edebilecekleri alanlar arasında birinci sıraya terfi ettirmiştir. Elbette ki bu türden bir politika işçiler/çalışanlar için hem çalışma ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi hem de ücretlerin sürekli baskı altına alınması anlamına gelecektir ki, üstüne üstlük bütün bunlar en aslisinden bir “devlet hizmeti”, olmadı “reform” olarak sunulacaktır. Bu noktada ilk aklımıza gelen örnekler, AKP hükümetinin sağlık, eğitim, sosyal güvenlik gibi alanlarda son yıllarda çıkarmış olduğu yasalardan, ya da işçi ve kamu sendikalarıyla gerçekleştirmiş olduğu toplu sözleşme ve görüşmelerdeki tutumundan başka bir şey değildir. Zira 2003 yılında İş Kanunu’nda bir takım değişiklikler yapılarak “esnek istihdam” modeli yaygınlaştırılmış; 2006’daki Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile çalışma yaşı uzatılmış ve emekli maaşları azaltılmış; yine 2006’daki SSGSS yasası ile emekçiler sosyal güvenlikten yoksun bırakılmıştır. Devletin yapılandırılması sürecinde uygulanan ikinci önemli politika ise, başta emek olmak üzere bu süreçten olumsuz etkilenen kesimlerin baskı altına alınması, bu yolla da sermayenin toplum üzerindeki hegemonik iktidarının yeniden üretilmesinin gerçekleştirilmesi olacaktır. Bu ise ancak güçlü bir devlet yapısıyla olur, zira yukarıda bahsettiğimiz ekonomik politikalara işçi ve emekçiler ve toplumun kaybeden tüm diğer kesimleri kuzu kuzu boyun eğmeyecektir.

En radikal kesim madencilerdir

Elbette ki kuzu kuzu boyun eğmeyenlerin bir örneği maden işçilerinden başkası değildir. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada maden işçileri, metal işçileriyle birlikte işçi sınıfın en diri, mücadele geleneği en yüksek ve en radikal kesimidir. Bunun Zonguldak’ta epey bir örneği vardır.

10 Mart 1965 Çarşamba günü, Zonguldak’ın Gelik Beldesi’nde çalışan maden işçileri, kıdem, ehliyet ve liyakat zammının uygun olarak verilmemesi, ayrıca işçilere uygulanan dayak, küfür, baskı üzerine bir direniş başlatırlar. Direniş kısa sürede Karadon, Kilimli, Kozlu ve Asma bölgelerine yayılır. İşçiler iş bırakır ve ocağa girmeyi reddederler. Ancak işçilerin kent merkezine yürüme isteği engellenir. Bu kez Çaydamar işçileri harekete geçer ve yöneticiler işçilerin arasına girerek onları yatıştırır.

Bugün sağlık da eğitim de artık bütünüyle özelleştirme baskısı altında değil mi? Ya şeker sektörü ve işçileri? Enerji işçilerine ne demeli? Bu nedenle diğer sektörlerin ve sendikaların da özelleştirmeye karşı harekete geçmesi zorunludur. Aksi takdirde maden ocakları özelleştirilip sıra kendilerine geldiğinde arkalarında duracak kimseyi bulamayacaklardır

Ancak ertesi gün, 11 Mart günü Kozlu’da başlayan direniş tüm bölgeye yayılır. İşçileri yatıştırma girişimleri sonuç vermez. O sırada vali ve bir askeri birlik ocağa gelir. Vali, “devletin temsilcisi olarak” geldiğini belirterek işçilerin kurduğu barikatı yarmak ister. İşçiler buna izin vermez ve itiş kakış sırasında vali birkaç darbe alır ve ön taraftaki işçilerden biri inzibatlarca arabaya bindirilerek kaçırılır. İşçiler arkadaşlarını almak için harekete geçerler. Vali, askerlere havaya ateş açılması emrini verir. Askerin ateş açması üzerine işçiler de ellerine geçirdikleri taş ve sopaları fırlatmaya başlar. Ortalık karışır, asker geri çekilirken de ateş devam eder. İki jandarma kurşunu, bir işçinin olay yerinde, diğerinin kaldırıldığı hastanede ölümüne neden olur. Ölenlerden biri Satılmış Tepe, diğeri Mehmet Çavdar isimli yürekli iki maden işçisidir. Bunun üzerine jandarma ve polis olay yerinden tamamen çekilir. Olaylar sırasında 10 işçi mermiyle, 12 asker de taş ve sopalarla yaralanmıştır. Üzüntü ve acı içindeki işçiler cenazelerini vermezler. Hükümet Kozlu olaylarının radyodan verilmesini yasaklar (1991 grevinde de aynı yöntem uygulanacaktır). Aynı gün birkaç bakan ve milletvekili Kozlu’ya gelir. İşçilere haklarında hiçbir soruşturma yapılmayacağı güvencesini vererek direnişin sona ermesini sağlarlar.

Bugün Zonguldak

Bugün Zonguldak maden işçileri benzer bir direnişe hazırlanıyor, bu sefer özelleştirmeye karşı. Özelleştirme planının Zonguldak maden işçisinin önüne gelmesi yeni değil. Başlangıçta kaçak işletmelere yasal bir yapı kazandırmak için 1988 yılında rödövans uygulaması başlatılmış, bu da ilk özel işletmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Rödövans, asıl olarak kamu madencilik kuruluşlarının özel firmalara devredilmesi demek. Uzun zamandır kullanılan ikinci bir özelleştirme yolu ise kamu madenlerinde yapılacak herhangi bir işin özel şirketlere gördürülmesi, yani şimdi artık neredeyse bütün sektörlerde uygulanan taşeronluk. Madenlerin özelleştirilmesi, belki bir kısmının kapanması şimdi yeniden gündeme gelecek gibi görünüyor. Zaten 1980’li yılların sonlarından itibaren uygulanan hükümet politikalarıyla 50 bin olan maden işçisi sayısı son 30 yılda 10 bine kadar düşmüş durumda.

Daha bir kaç gün önce Türkiye Taşkömürü Kurumu’na ait Amasra, Üzülmez, Armutçuk, Gelik ve Kozlu’da maden işçileri, madenlerin özelleştirilmesine neden olacak torba yasadaki 58. Maddenin taslaktan çıkarılmasını sağlayabilmek için 21 saat süren ocaktan çıkmama eylemi gerçekleştirdiler. Gerektiğinde işçi sınıfına özgü en güzel öyküleri de yazan maden işçisi, özelleştirmeye karşı “özelde öleceğimize meydanlarda ölürüz” derken bu kez edebiyat yapmadığını, düpedüz gerçeği haykırdığını tam da şimdi göstermiştir. 6 Kasım sabahı, gece vardiyasında çalışan maden işçileri mesai bitiminde yer altından çıkmadılar. 8-16 vardiyasında çalışan işçilerin ocak başına gelip yer altına inerek direnişe katılmasıyla eylem daha da büyüdü. Bazı ocaklarda polis, işçilerin madene girmesine, işçi ailelerinin işletmenin önünde beklemesine engel olmaya çalıştı. Özellikle Üzülmez ve Amasra’da madene sokulmayan işçiler kuyu başlarını terk etmedi ve maden işçisinin sesini kamuoyuna duyurmak için yerüstünde sloganlar atarak, marşlar söyleyerek bekleyişlerini sürdürdüler. Üçüncü vardiyadaki işçilerin de katılımıyla birlikte eylem artık tüm havzaya yayılmış ve yer altında direnen maden işçilerinin sayısı 4 bini bulmuştu. Maden işçileri şimdilik özelleştirme saldırısını durdurmuştur, ne var ki gelecek için tehlikenin devam ettiğini anlamak için pek zeki olmaya gerek yoktur.

Şimdi yeniden özelleştirme saldırısı altında olan maden işçileri bu saldırıya karşı önemli bir direniş vermeye hazırlanıyorlar, üstelik belki de “sendikalarına” rağmen ve yukarıda örnekleri görüldüğü gibi bu tür direnişlere hiç de yabancı değiller. Belli ki özelleştirme politikasının geriletilmesi açısından çok önemli bir mücadele olacak şimdiki de, tıpkı geçmiştekiler gibi. Ancak bir noktaya dikkat etmekte fayda var. 1984-85 yıllarında İngiliz maden işçileri tam bir yıl sürecek grev dalgasının ve mücadelenin başlatıcısı olmuşlardı. Direnişin kırılmasının ve yenilginin belki birçok nedeni vardı, ama en önemlisi, maden sektörü dışında başka hiçbir sektörde bir hareketlilik, bir mücadele olmaması, diğer sektörlerden neredeyse hiç destek gelmemesiydi. Şimdi Zonguldak işçileri mücadeleye hazırlanırken özelleştirme tehdidi altındaki diğer sektörler ve bu sektörlerdeki sendikalar da harekete geçmezse bu mücadelenin kazanılması zorlaşabilir. Bunu Tekel işçilerinin mücadelesi sırasında da deneyimledik maalesef. Bugün sağlık da eğitim de artık bütünüyle özelleştirme baskısı altında değil mi? Ya şeker sektörü ve işçileri? Enerji işçilerine ne demeli? Bu nedenle diğer sektörlerin ve sendikaların da özelleştirmeye karşı harekete geçmesi zorunludur. Aksi takdirde maden ocakları özelleştirilip sıra kendilerine geldiğinde arkalarında duracak kimseyi bulamayacaklardır.