Galileo’nun, Roma’da Engizisyon Mahkemesi önünde ve işkence tehditleri altında, dünyanın güneş etrafında döndüğü iddiasından vazgeçmeye zorlanırken, “Eppur si muove” (Yine de dönüyor) dediği bir iddiadır. Bize verdiği ilhamı düşününce, gerçekte deyip demediği pek de önemli değil.

Ancak, insanın bildiği bir şeyi söyleyip söylememek arasında gidip gelirken nasıl buram buram terlediğini biliriz ve bunu göz önüne getirmek için Roma’daki mahkemeye girmeye de gerek yok.

Fahrettin Koca’nın BirGün’ün dünkü “Vakaları patlatan işte bu arsızlığınız” manşetindeki fotoğrafına bakarken, virüsün son haftalardaki dehşet verici yayılışı ile lebalep AKP kongreleri arasındaki ilişkiye dair soru karşısında nasıl kıvrandığı geldi gözümün önüne. Ne ilgisi varsa, Engizisyon karşısında terleyen bir adamı düşündüm!

Soru basit ve netti; cevabın ise ne olduğu belirsiz: “Bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydasının olmadığı kanaatindeyim. Bugüne kadar Bilim Kurulu üyelerimiz dahil olmak üzere kapalı ortamlarda virüsün bulaştığını biliyoruz.

Yani?

Bu ne demektir, Engizisyon’un cezasından kurtarır mı, anlayan varsa beri gelsin!

Salı günkü yazıma; “Koronavirüs vaka sayıları bir süredir artıyor ve son haftalarda ürkütücü bir tırmanma görüldü. Bu yazının yazıldığı saatlerde acaba yeni önlemler gelecek mi diye gözünü kabine toplantısına dikmiş olanların merakları giderilmiş olsa gerek. Çözüm üretilemeyen koşullarda merakların giderilmesi neye yarayacaksa artık…” diye giriş yapmıştım ya... Erdoğan kabine toplantısından sonra uzun uzun konuştu ve hep yaptığı gibi merak edilene dair söyleyeceklerini uzun konuşmanın sonuna sıkıştırdı. Bir yabancı gazeteci arkadaşım da ne anladığını “Dağlar fare doğurdu!” diye özetledi.

Ne yazık ki, sorulara buram buram terleyerek cevap veremeyen Sağlık Bakanı ya da upuzun konuşmaların sonuna asıl konuyu 3-5 cümleyle sıkıştıran Erdoğan, bugün değişik varyantlarıyla ilk günlerdekinden çok daha büyük bir tehdit oluşturan pandemi karşısında günü kurtarma kaygısıyla yalpalayıp duruyorlar.

Peki, muhalefet? Sol? Bu noktada, sol ve sosyalistler olarak da “Eppur si muove” demek ve sol düşüncenin omurgasını oluşturan dayanışmaya sıkıca sarılmak gerek. O dayanışma ki, tarih boyunca toplumsal adaletsizlikleri azaltmanın ve felaketlerle baş edebilmenin en önemli aracı oldu.

Pandeminin ilk günlerinden itibaren, Covid-19’un sonu geldiğinde nasıl bir dünya olacağını sorgulayan, barbarlık ile sosyalizm arasında bir yol ayrımında olduğumuzu söyleyen toplum bilimciler, Asya’nın, Afrika’nın ve Amerika’nın yerli topluluklarında adeta “arkeolojik kazılar” yaparak dayanışmacı, kolektivist pratikleri ortaya çıkarıyor ve bunların hem pandemiyle baş etmek hem de pandemi sonrası yeni bir uygarlık kurmakta ilham kaynağı olduğunu söylüyorlar.

Asya’da özellikle Hindistan’da, Afrika’da ve Latin Amerika’daki kimi ülkelerde yerli toplulukların kültürlerinde ve geleneksel pratiklerinde var olan dayanışma yöntemleri gerçekten ilham verici. Ancak, dayanışmayı hayata bakışının ve bir başka dünya düşünün merkezine koymuş olanlar, kendi çevrelerinde karşılaştıkları sorunları aşmaya dönük dayanışma modelleri geliştirmekte de zorlanmayacaklardır.

Pandeminin ilk günlerden daha ağır bir tablo ile karşımıza çıktığı şu günlerde, yine ve yeniden, oturduğumuz apartmanlarda, evlerimizin olduğu sokaklarda, işyerlerimizin etrafında “korona dayanışma ağları” kurmak zorundayız.

Biz”e “biz”den başkasının yardımcı olamayacağı koşullarla karşı karşıya kaldığımızda, henüz ve hâlâ “biz” olamamışsak, ne bugünümüz olur ne de yarınımız!