Adeta bir fizik yasasıdır, bir yerde eğer “Şu konuya siyaseti karıştırmayın” deniyorsa, o konu muhakkak siyasidir ve diyen o konuya dair siyasi sorumluluğu üzerinden atmak istemektedir. Aynı şekilde herhangi bir mesele için “Bu mesele siyaset üstüdür” deniyorsa, o mesele siyaset üstü falan değildir ve diyen milli birlik beraberlik edebiyatına sığınarak hem sorumluluktan kaçmak hem de gücünü korumaya/artırmaya çalışmaktadır.

Bunu hızla içerisine yuvarlandığımız ekonomik krize uyarlayarak söyleyecek olursak, “Ekonomik krize siyaseti karıştırmayın” demek aslında krizin sorumluluğunu dış güçlerin üzerine atmak, yıllardır izlenen yanlış politikalara dair herhangi bir özeleştiride bulunmamak ve topluma hesap vermemek anlamına gelmektedir. Benzer şekilde, “Ekonomik kriz siyaset üstüdür” demek, krizin gerisinde iktidarın izlediği politikaların olduğunu gizlemek ve aynı zamanda “emperyalizme karşı milli mücadele” adı altında iktidarın gücünü tahkim etmeye, arkasındaki toplumsal desteği artırmaya çalışması demektir.

Geçen yıl 29 Kasım’da bu köşede yayımlanan “Aynı gemide değiliz” adlı yazıda kullandığımız gemi metaforu ekonomik krizle birlikte adeta siyasi dilin merkezine yerleşti, herkes kendi siyasi pozisyonuna uygun olarak derdini bu metafor üzerinden anlattı. Bu metaforun bizler için ne anlama geldiğini bir kez daha hatırlatalım öncelikle: Biz “Aynı gemide değiliz” derken, ne “Bu ülkede olan bitenler bizi ilgilendirmiyor” ne de “Oh olsun, batarsa batsın” diyoruz. Biz, açık bir şekilde “Siyaseti karıştırmayın” ya da “Siyaset üstü” denilen şeyin, yani ekonomik krizin siyasi bir mesele olduğunu biliyor ve ona göre siyasi bir tavır alıyoruz. Bu siyasi tavır ise en özet haliyle “Krizin faturasını halka çıkaramazsınız, yediniz içtiniz, şimdi vatan, millet, Sakarya hamasetiyle hesabı halka ödetemezsiniz, hesap vermesi gereken sizlersiniz” demek anlamına geliyor.

Şimdi, bu noktada, ekonomik krize ve bunu tetikleyen ABD ile yaşanan siyasi krize dair, tam da siyaset yapmak anlamına gelecek birtakım sorular sorabilir ve meselenin bütünüyle siyasetle ilgili olduğunu gösterebiliriz.

Son on altı yılda, planlı bir sanayileşme ve kalkınma modeli izlemek yerine, dışarıdan gelecek sıcak paraya dayalı bir büyüme modeli izlemenin, katma değer ve istihdam yaratacak yatırımlar yapmak yerine ülkeyi betona boğmanın bu krizin ortaya çıkışındaki rolü nedir?

Eğer hepimiz aynı gemideysek, neden sadece çalışanlardan, emekçilerden, halktan fedakârlık istenmektedir? Eğer hepimiz aynı gemideysek, neden üst üste sermayeye yönelik teşvik programları açıklanmakta, borç yapılandırmalarına gidilmekte, buna mukabil halka düşen neden yeni zamlar, yeni vergiler, düşük ücretler ve işsizlik olmaktadır?
Mevzubahis emperyalizme karşı mücadeleyse, neden son on altı yılda ülkenin bütün kamusal varlıkları yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmiş, neden uluslararası gıda tekellerinin çıkarları doğrultusunda yerli tarım bitirilmiş, şeker fabrikaları örneğinde olduğu üzere fabrikalar neden kapatılmıştır?

Türkiye’nin NATO üyeliğini, İncirlik başta olmak üzere ülkenin muhtelif yerlerindeki NATO ve ABD üslerini, ABD’yle yapılan açık ve gizli anlaşmaları hiç gündem yapmaksızın, bunları tartışmaya dahi açmaksızın, “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden boykotlarla anti-emperyalist bir siyaset izlenebilir mi?

Çeteleşmiş ve emperyalizmin hizmetindeki bir cemaate orduyu, yargıyı, bürokrasiyi teslim eden, o cemaatin orduyu tasfiye planına ortak olan, o cemaatin darbe yapmaya kalkışacak kadar güçlenmesine göz yuman bir iktidar emperyalizmle mücadele edebilir mi?

Emperyalizmin planları doğrultusunda komşu bir ülkeyi tarumar eden, oraya askerlerini sokan, sınır boylarına kurduğu kamplarda cihatçı yetiştiren, yeni-Osmanlı hayalleri kuran, saltanat ve hilafet rüyalarıyla yaşayan bir iktidar emperyalizme karşı olduğunu söyleyebilir mi?

Sorular çoğaltılabilir ama ne söylediğimiz anlaşılmış olmalı. Birincisi, aynı gemide olduğumuz, dolayısıyla hepimizin fedakârlık etmesi gerektiği koskoca bir yalandan ibaret. Sanayiciler, tüccarlar, müteahhitler semirmeye devam etsin diye istiyorlar fedakârlığı. Vergiyi, zammı, enflasyonu, işsizliği halkın omuzlarına yüklemek istiyorlar. Ve ikincisi, emperyalizme karşı mücadele etmiyorlar, kendi siyasi bekalarını tüm ülkenin bekası, kendi siyasi meselelerini milli bir mesele gibi göstermek için emperyalizmle mücadele ediyormuş gibi yapıyorlar.

Dolayısıyla ortada “siyaset karıştırılmaması”nı gerektiren ya da “siyaset üstü” bir durum yok, bilakis dibine kadar siyasi bir durumla karşı karşıyayız ve öncelikle bunu görmek, meselenin tam da siyasi bir mesele olduğunu kavramak zorundayız. Çünkü ancak bu şekilde söz konusu siyasetin karşısına başka bir siyaset koyabilir ve o siyaseti güçlendirebiliriz.